Merhaba, yine ben. Bu sene son defa olabilir bu yazım. Büyük ihtimalle seneye kadar bir daha yazmam. Bu iğrenç espriyi her sene bıkmadan herkese yapmayı seviyorum. Sizi de es geçmedim :O).
Ben artık ne iş yaptığım sorulduğunda "ev kadınıyım" dememeye karar verdim. Ev kadını değilim çünkü. "Evcil bir insanım" diyebilirim. "Evde takılan biriyim" olabilir. Ama ev kadınıyım dememin gerçek ev kadınlarına hakaret olacağını fark ettim. Geçen gün üst kattaki komşumla telefonda sohbet ediyorduk, öğleni biraz geçmişti. "Yarının yemeğini yaptım ben de işte" dedi. O an ben sigara içip mutfak tezgahındaki kahvaltı bulaşıklarıyla bakışıyordum. Yarını bırak, daha akşam için bir şey yapmamıştım, kaçta yapacağım bile belli değildi. O gün kahvaltıyı geç etmiştik, karnımız kaçta acıkırsa o saatte yapacaktım. Ne yapacağıma da o an dolabın karşısına geçip evde ne var diye bakarak karar verecektim. Bu da ilk aklıma gelen zahmetli ya da zaman alan seçenekleri eledikten sonra olacaktı. Onun yarının yemeğini yaptığını duyunca şapka çıkardım ve artık kendime "ev kadını" demeyi ona ve milyonlarca gerçek ev kadınına hakaret olarak kabul etmeye başladım. Ev kadını değilim ben, evcilim sadece.
Aralık başında artık ekşi değildir diyerek mandalina almıştım. Ekşi değildi ama tatlı da değildi, yenilmedi. Ben de bir kilodan iki tanesinin tadına bakılmış gramdaki mandalinadan reçel yaptım. Maksat meyve ziyan olmasın. Neyse, o günlerde kuzen vefat etmişti. Kafam yerinde değildi pek, daha önceden hiç yapmadığım bir şeyi yapıp altı yanan tencereyi unutup dışarı çıktım. Neyse ki, iki ufak tefek işi halledip kısa sürede döndük o gün. Reçel de en küçük ocağın, en kısık halinde ağır ağır kaynıyordu. Çok hafif karamelize tat kazanmış ama başka kötü bir şey olmamıştı. Unutup çıktığım için çok üzüldüm ama o hafif kavruk tadı keşfettiğim için de çok mutlu oldum. Her sabah sadece o reçelden yemeğe başladık. Kısa sürede bitti. Yine yaptım. Bu sefer bilinçli olarak biraz daha ateşte tutup yine aynı tadı elde ettim. Birer kilodan yaptığım için az oluyor diye ikinci yaptığımın bitmesini beklemeden üçüncü defa yaptım. Kavanozladım koydum bir yere ama sonrasında bir türlü de bulamadım. Reçel dolabına baktım, diğer dolaplara baktım, buzdolabına bile baktım. Üçüncü kavanoz yok. Herhalde yedik, ben ikinci kavanozu tükettik sanıyorken aslında üçüncüyü bitirdik diye düşündüm artık. Aramayı da bıraktım. Sonra geçen gün kahve köşesini düzenlerken üçüncü kavanozu buldum! Kahve kavanozları arasına karışmış. Hem de ben onu dolap diplerinde, raflarda ararken tezgahın üzerinde, gözümün önündeymiş. Tam bir Allah'ın sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirip sonra buldurması olayı oldu :O).
Bazen kafam dalgın oluyor gerçekten. Geçen gün radyo dinleyerek bilgisayarda bir şeyler yapıyordum. Sevdiğim şarkı çıkınca sesi açmak istedim. Ses ayarını kurcalayıp durdum ama sesi bir türlü açamadım. İşlevsizdi tamamen. Ayarlara girdim baktım derken, uğraştım durdum, olmayınca da bozuldu herhalde diye düşünüp vazgeçtim artık. Sonra bir şey bakayım diye telefonu elime aldım ki, ben radyoyu bilgisayardan değil, telefondan dinliyormuşum. Telefon da bilgisayarın tam yanında durduğundan ve ses de kısık olduğundan anlamamışım sesin ondan geldiğini. Şarkıyı kaçırdığıma üzüldüm ama bilgisayarın ses sistemi bozulmadığı için sevindim, kendime de çok güldüm :O).
Hektor'un bir gözü dışarıda sürekli. Zil çaldığı anda hepimizden önce kapıya koşup açıldığı anda da kendini dışarı atıyor. Bazen böyle ilgisiz gibi durup bizi kandırıyor, sonra tam son anda ben kapıyı kapatacakken aradan fırlıyor. Kapıyı açmadan onu yakalayım, kucağımda tutayım diyorum. Bazen paşa paşa geliyor kucağıma, bazen kaçıyor. Bir yandan evin içinde onu kovalayıp bir yandan kapıda bekleyeni ağaç etmeyim diye kapıya koşuyorum. Kapıdaki genelde kargocu oluyor. Onlarla da bir kod mod alışverişi gerekiyor. Süreç uzadıkça uzuyor. Kapıyı karga tulumba yakaladığım Hektor'la açıyorsam, kucağımda tepinen ya da baş aşağı tuttuğum bir kedi olabiliyor. Hektor'u yakalayamadan kapıdakini çok bekletmeyim deyip açtığımdaysa tek gözüm görünecek kadar açıyorum sadece. Kendimi aşırı mutaassıp biriymişim de kapıyı kedi kaçmasın diye değil gözümden başka yerim görünmesin diye o kadarcık açıyormuşum gibi hissediyorum o zamanlarda. Bazen de başlarım böyle işe deyip tam açıyorum. Öyle yaptığımda da sürekli içeri, sağa sola bakıyorum Hektor bir yerlerden gelip fırlamasın diye. O zaman da sanki bir şey saklıyorum da keşfedilmesin diye sağı solu sürekli kolaçan ediyormuşum gibi geliyor. Sürekli kedi kaçmasın diyerek açıklamasını yapıyorum. Adam paketi uzatıyor, kod bekliyor, ben Hektor kolluyorum. Bazen bütün bunlara rağmen bir punduna getirip kaçıyor, ben kargocuyu öyle kapının önünde bırakıp peşine düşüyorum. Kediye alışık biriyse bazen ikimiz birden düşüyoruz peşine. Çok uzaklaşmıyor neyse ki ama her kapı çaldığında ayrı bir stres oluyorum!
Yazıyı bitirmeden bir sene sonu değerlendirmesi yapmam gerekirse 2025 benim hayatımdan çok arkadaşımın çıktığı bir sene oldu. Üzüldüm biraz tabi ki. Anlam veremedim ilk başta. Üzerine düşündükçe fark ettim ki, benimle bir işleri kalmadığı için hayatımdan da çıkmışlar. Bunu anlayınca, ben de onları saldım gitti. Daha az ama daha öz kişiyle devam ediyorum. Yeni arkadaşlıklara da kapım açık tabi ki ama illa çevremde çok kişi olsun diye de kasmıyorum açıkçası.
2026 için süper hedefler koydum kendime. Bunlar olur veya olmaz bilmiyorum ama sonuna kadar deneyeceğim, çaba göstereceğim.
Yeni yılınız kutlu olsun efendim. Önümüzdeki sene güzel günlerde, mutlu yazılarla yine görüşmek üzere.


