27 Aralık 2025

Aralığın Yirmi Yedisi - 2025

  Merhaba, yine ben. Bu sene son defa olabilir bu yazım. Büyük ihtimalle seneye kadar bir daha yazmam. Bu iğrenç espriyi her sene bıkmadan herkese yapmayı seviyorum. Sizi de es geçmedim :O). 

    Ben artık ne iş yaptığım sorulduğunda "ev kadınıyım" dememeye karar verdim. Ev kadını değilim çünkü. "Evcil bir insanım" diyebilirim. "Evde takılan biriyim" olabilir. Ama ev kadınıyım dememin gerçek ev kadınlarına hakaret olacağını fark ettim. Geçen gün üst kattaki komşumla telefonda sohbet ediyorduk, öğleni biraz geçmişti. "Yarının yemeğini yaptım ben de işte" dedi. O an ben sigara içip mutfak tezgahındaki kahvaltı bulaşıklarıyla bakışıyordum. Yarını bırak, daha akşam için bir şey yapmamıştım, kaçta yapacağım bile belli değildi. O gün kahvaltıyı geç etmiştik, karnımız kaçta acıkırsa o saatte yapacaktım. Ne yapacağıma da o an dolabın karşısına geçip evde ne var diye bakarak karar verecektim. Bu da ilk aklıma gelen zahmetli ya da zaman alan seçenekleri eledikten sonra olacaktı. Onun yarının yemeğini yaptığını duyunca şapka çıkardım ve artık kendime "ev kadını" demeyi ona ve milyonlarca gerçek ev kadınına hakaret olarak kabul etmeye başladım. Ev kadını değilim ben, evcilim sadece. 

    Aralık başında artık ekşi değildir diyerek mandalina almıştım. Ekşi değildi ama tatlı da değildi, yenilmedi. Ben de bir kilodan iki tanesinin tadına bakılmış gramdaki mandalinadan reçel yaptım. Maksat meyve ziyan olmasın. Neyse, o günlerde kuzen vefat etmişti. Kafam yerinde değildi pek, daha önceden hiç yapmadığım bir şeyi yapıp altı yanan tencereyi unutup dışarı çıktım. Neyse ki, iki ufak tefek işi halledip kısa sürede döndük o gün. Reçel de en küçük ocağın, en kısık halinde ağır ağır kaynıyordu. Çok hafif karamelize tat kazanmış ama başka kötü bir şey olmamıştı. Unutup çıktığım için çok üzüldüm ama o hafif kavruk tadı keşfettiğim için de çok mutlu oldum. Her sabah sadece o reçelden yemeğe başladık. Kısa sürede bitti. Yine yaptım. Bu sefer bilinçli olarak biraz daha ateşte tutup yine aynı tadı elde ettim. Birer kilodan yaptığım için az oluyor diye ikinci yaptığımın bitmesini beklemeden üçüncü defa yaptım. Kavanozladım koydum bir yere ama sonrasında bir türlü de bulamadım. Reçel dolabına baktım, diğer dolaplara baktım, buzdolabına bile baktım. Üçüncü kavanoz yok. Herhalde yedik, ben ikinci kavanozu tükettik sanıyorken aslında üçüncüyü bitirdik diye düşündüm artık. Aramayı da bıraktım. Sonra geçen gün kahve köşesini düzenlerken üçüncü kavanozu buldum! Kahve kavanozları arasına karışmış. Hem de ben onu dolap diplerinde, raflarda ararken tezgahın üzerinde, gözümün önündeymiş. Tam bir Allah'ın sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirip sonra buldurması olayı oldu :O).  

 Bazen kafam dalgın oluyor gerçekten. Geçen gün radyo dinleyerek bilgisayarda bir şeyler yapıyordum. Sevdiğim şarkı çıkınca sesi açmak istedim. Ses ayarını kurcalayıp durdum ama sesi bir türlü açamadım. İşlevsizdi tamamen. Ayarlara girdim baktım derken, uğraştım durdum, olmayınca da bozuldu herhalde diye düşünüp vazgeçtim artık. Sonra bir şey bakayım diye telefonu elime aldım ki, ben radyoyu bilgisayardan değil, telefondan dinliyormuşum. Telefon da bilgisayarın tam yanında durduğundan ve ses de kısık olduğundan anlamamışım sesin ondan geldiğini. Şarkıyı kaçırdığıma üzüldüm ama bilgisayarın ses sistemi bozulmadığı için sevindim, kendime de çok güldüm :O). 

  Hektor'un bir gözü dışarıda sürekli. Zil çaldığı anda hepimizden önce kapıya koşup açıldığı anda da kendini dışarı atıyor. Bazen böyle ilgisiz gibi durup bizi kandırıyor, sonra tam son anda ben kapıyı kapatacakken aradan fırlıyor. Kapıyı açmadan onu yakalayım, kucağımda tutayım diyorum. Bazen paşa paşa geliyor kucağıma, bazen kaçıyor. Bir yandan evin içinde onu kovalayıp bir yandan kapıda bekleyeni ağaç etmeyim diye kapıya koşuyorum. Kapıdaki genelde kargocu oluyor. Onlarla da bir kod mod alışverişi gerekiyor. Süreç uzadıkça uzuyor. Kapıyı karga tulumba yakaladığım Hektor'la açıyorsam, kucağımda tepinen ya da baş aşağı tuttuğum bir kedi olabiliyor. Hektor'u yakalayamadan kapıdakini çok bekletmeyim deyip açtığımdaysa tek gözüm görünecek kadar açıyorum sadece. Kendimi aşırı mutaassıp biriymişim de kapıyı kedi kaçmasın diye değil gözümden başka yerim görünmesin diye o kadarcık açıyormuşum gibi hissediyorum o zamanlarda. Bazen de başlarım böyle işe deyip tam açıyorum. Öyle yaptığımda da sürekli içeri, sağa sola bakıyorum Hektor bir yerlerden gelip fırlamasın diye. O zaman da sanki bir şey saklıyorum da keşfedilmesin diye sağı solu sürekli kolaçan ediyormuşum gibi geliyor. Sürekli kedi kaçmasın diyerek açıklamasını yapıyorum. Adam paketi uzatıyor, kod bekliyor, ben Hektor kolluyorum. Bazen bütün bunlara rağmen bir punduna getirip kaçıyor, ben kargocuyu öyle kapının önünde bırakıp peşine düşüyorum. Kediye alışık biriyse bazen ikimiz birden düşüyoruz peşine. Çok uzaklaşmıyor neyse ki ama her kapı çaldığında ayrı bir stres oluyorum!

   Yazıyı bitirmeden bir sene sonu değerlendirmesi yapmam gerekirse 2025 benim hayatımdan çok arkadaşımın çıktığı bir sene oldu. Üzüldüm biraz tabi ki. Anlam veremedim ilk başta. Üzerine düşündükçe fark ettim ki, benimle bir işleri kalmadığı için hayatımdan da çıkmışlar. Bunu anlayınca, ben de onları saldım gitti. Daha az ama daha öz kişiyle devam ediyorum. Yeni arkadaşlıklara da kapım açık tabi ki ama illa çevremde çok kişi olsun diye de kasmıyorum açıkçası. 

 2026 için süper hedefler koydum kendime. Bunlar olur veya olmaz bilmiyorum ama sonuna kadar deneyeceğim, çaba göstereceğim. 

Yeni yılınız kutlu olsun efendim. Önümüzdeki sene güzel günlerde, mutlu yazılarla yine görüşmek üzere. 

21 Aralık 2025

Aralığın Yirmi Biri - 2025

    Hep bahsediyorum ya, orayı topluyorum, burayı düzenliyorum diye. Hiç bitmiyor bende bu derleme düzenleme çünkü aramızda kalsın ama fena bir stokçuymuşum ben arkadaşlar :O). Yıllar içinde, çalışırken bu işleri hep fırsat buldukça yaptığım için topluca ortaya dökmüyordum hiçbir şeyi ve asla ama asla fark etmemişim. Evde olup da daha düzenli, daha büyük çaplı yapmaya başladığımda anladım. Neler neler çıktı. Unutmuşum bile evde onların olduğunu, hep bir kenarlara bir şeyleri ayırmışım. Birazı bir kenarda, birazı başka bir yerde durduğu için de gözüme görünmemiş. Ne zamanki her şeyi bir araya getirmeye karar verdim, o zaman ortaya çıktı istifçiliğim. Gerçi burada koca bir parantez açmak istiyorum. Büyük bir çoğunluğunu da iyi ki saklamışım dedim. Şimdi abuk sabuk el işlerimde bana lazım olan ıvır zıvır neyse, evde buldum onları ama bundan sonrası için daha az stoklamaya karar verdim yine de. Ne kadar düzenlesem de, bana lazım olacak olsa da, evin de bir kapasitesi var sonuçta. Bir de tabi şöyle bir nokta var, eskiden, hem her şey çok karmaşıktı, ne var ne yok bilmiyordum, bilsem de bulamıyordum hem de "bir gün lazım olur" ya da "ben bundan şunu yaparım" diye ayırdıklarımı değerlendirmeye vaktim olmuyordu ama şimdi evdeyim, zamanım müsait ve elim değdikçe kafamdakileri yapmaya başladım. Bu yüzden eskisi kadar birikme olmaz. 

   Dün yine pazara çıktım. Eve gelince de aldıklarımın market fiyatlarına baktım. Kıyaslarsam, markette indirimde olan bir ürünü ben normal fiyatına almışım ama başka bir ürünü de market fiyatından daha ucuza almışım derken hemen hemen aynı bütçe harcanıyor. Pazar daha ucuz durumu yok. Pazarda nakit gerekiyor, markette kartla da rahatlıkla harcama yapabiliyoruz. Market siparişini eve kadar getiriyorlar, pazarda gezmek ve aldıklarını taşımak yorucu olabiliyor. Pazarda her şey daha taze tabi ki, markette de kötü olmasa bile her zaman o tazelikte bulmak zor oluyor. Pazarda seçebiliyorsun bazen, bazen pazarcının insafına kalıyorsun. Pazarla ilgili beni en çok kızdıran ve soğutan şey pazarcıların yarım kiloya olan ters tavırları. Ben her şeyi bir kilo ve fazlası şeklinde almak istemiyorum. Bazen yarım kilo da gayet yeterliyken pazarcılar yüzünden bir kilo almak zorunda olmak da istemiyorum. Dün pırasa aldığım çocuk az ver dediğim halde zorla bir kiloya tamamladı ve nedense ona bir şey demedim o an ama çok kızdım aslında. Bir daha bir kilo almaya zorlandığım tezgahlardan almamaya karar verdim. Yarım kilo dediğimde olmaz derse direkt başka tezgaha gideceğim, yarım kilo dediğim halde zorla bir kilo yapıp verirse de almadan gideceğim. Pazarcıların bir kilo zorbalamalarına katlanmayacağım. 

  Yine görüşmek üzere.

18 Aralık 2025

Aralığın On Sekizi - 2025

 Fare denen iğrenç hayvanı, sevimli bir objeymiş gibi kullanmak ilk kimin aklına geldiyse, buradan sevgiyle anıyorum (!), anladınız siz onu :O). Mikrop saçıyor, hastalık yayıyor, zarar veriyor, bildiğim ya da düşünebildiğim tek faydası onu yiyen hayvanların (yılan, kedi vb) karınlarını doyuruyor olması. Fındık faresi belki bir tık bakılabilir bir şey olarak kullanılabilir ama tercihim onun da hiç olmaması yönünde. Neyse, hele böyle dolgu hayvan olarak kocaman, gerçekçi, kedi boyutunda lağım faresi gibi peluşlar, objeler, çizimler yapanları hiç anlamıyorum. İleri derecede fare fobim mevcut. Eskiden adını bile söyleyemiyordum, şimdi gerekli hallerde kullanabiliyorum ama görmeye katlanamıyorum yine de. Ekranda da olsa, sevimliymiş gibi de gösterilmeye çalışılsa, yeryüzünden tamamen silinebilir, hiç de üzülmem. 

  Geçen gün, önümüzdeki ay, işten ayrılalı iki yıl olacağını fark ettim. O zaman da öyle düşünüyordum, hala daha aynı fikirdeyim: İyi ki ayrılmışım ve ev kadını olmuşum. Bu konuyla ilgili tek pişmanlığım bu kararı daha önce almamış olmak olabilir. On üç senemin son beş senesini fazladan çalışmışım. O zaman bıraksaydım bu kadar yıpranmış olmazdım belki ama büyük ihtimalle de başka bir işe girip çalışmaya devam edip orada yıpranırdım :O). 

 Ben hep kocamla çocuğumun evi fazlasıyla dağıttığını ve benim de onların arkasını toplamaya yetişemediğimi iddia ederdim ama bazen görüyorum ki ben de az düzen bozucu değilim :O). Aldığımı işim bitince yerine koyma huyum pek yok. Düzeltilmesi, tamir edilmesi, elden geçirilmesi gereken şeyleri ise hepten dağıtıyorum. Bugün yapacağım, yarın yaparım derken evin içinde oradan oraya geziyorlar. Bu süreçte bazen daha da çok bozuluyorlar, eskiyorlar, zamanları geçiyor. Belki artık tek yapılması gereken atmak olacakken bile ben elime alıp bakmadığım için evde yer kaplıyorlar. 45 yaşındayım böyle gelmiş böyle gider demedim. 45 yaşından sonra huy mu değişir demedim. Mümkün olduğunca bu davranışımı azaltmaya çalışıyorum. Her zaman olmuyor bazen yine sonraya bırakıyorum ama bazen de işe yarıyor :O). 

  Geçen gün kocam, Atahan'la bana kızdı. O anki kızgınlıkla, "Bir gün alıp kendimi gideceğim bu evden, çok üzüleceksiniz." dedi. Kocam, dedim. Senin bu evden gitmen bana en büyük ödül olur, bizi cezalandırmak istiyorsan sakın bir yere ayrılma! Bütün o kızgınlık bitti, atara atar gidere gider yapamadı. Havamız değişti, konu da dağıldı gitti :O). 

 Pazar bizim evin bir alt sokağında, pazar gezmeyi de çok severim ama beş senedir burada oturuyorum pazara çıktığım birdir ikidir. Daha önce pazarın kurulduğu gün çalıştığım için uymuyordu. Ev kadını olduktan sonra da genelde üzerimde nakit taşımadığım için uymadı. Yakın çevrede bankamatik de yoktu (şimdilerde bir iki tane kurdular pazar girişine.). Önce nakit çekmek için çarşıya in, sonra dön pazara çık da ekstra zaman ve enerji kaybıydı. Belki herkes benim gibi değildir ya da daha küçük yerlerde kart bu kadar yaygın değildir ama ben genelde cüzdanımda 20 - 30 lira taşıyorum sadece. O da harcanmıyor, aylarca duruyor. Ekmek dahil her türlü ihtiyaç için kart kullanıyoruz. Dediğim gibi bankamatikler de bize uzak olunca daha da çok alıştım kart kullanmaya. Geçen hafta şeytanın bacağını kırıp bir iki meyve bakmak için pazara gittim. Hoşuma gitti tabi ki. Fiyatlar genelde market fiyatıyla aynı olsa da aynı tazeliği markette bulmak zor. Bundan sonra önceden planlı bir şekilde nakit ayarlayıp daha çok pazara çıkmaya karar verdim. 

  Yarın bir arkadaşımla buluşacağım. Ayda bir gibi görüşüyoruz genelde. Bana iyi geliyor. İnşallah ona da iyi geliyordur. Gelmese söylerdi herhalde ya da en kötü buluşmaz ve bahane bulurdu sürekli. Bir şey demediğine göre olumlu düşünmeyi ve ona da iyi geldiğini düşünmeyi tercih ediyorum :O).

  Yine görüşmek üzere. 


17 Aralık 2025

ARALIĞIN ON YEDİSİ - 2025

  Kafamın içinde sürekli yazımı yazıp durdum ama nedense blogu açıp da buraya yazmak içimden gelmedi. Ben de zorlamadım. Aklıma geldiği gibi kısa kısa notlar halinde yazacağım.

  Atahan'ın askerlik tecili bitmişti artık. Şu sıralar bedelli işlerini halletmeye çalışıyor. Önümüzdeki sene bir ara askere gidecek. Bedelliyi halledebilirse bedelli, olmazsa normal. Hayırlısı diyelim. 

   Geçenlerde taksiye binmiştik kocamla. Şoför de konuşkandı oldukça, sohbet ettiler eşimle. Şoför, 35 yaşında olduğunu söyledi, çoluk çocuğundan bahsetti. Kocam da 54 yaşındayım, oğlum taksiye bindiğimiz avmde restoranda çalışıyor diye anlattı. Neyse, eve geldik, biz inerken şoför kocama "iyi akşamlar amca" dedi. Kulağıma çok garip geldi. Çok yadırgadım. Bence benim kocam daha "amca" olacak yaşta değil ama bilemedim. Bakalım ben ilk "teyze"mi ne zaman duyacağım :O). 

   Arada bahsediyorum, bizim evin tam karşısında bir çocuk parkı var. Yazın zaten gece yarılarına kadar dolu, bu normal, tamam da, kışın bu soğuk günlerinde, gece dokuza, ona kadar çocukların parkta oynamasını anlamıyorum. Kör karanlıkta, buz gibi gecede. Yarın okul varken. Yataklarında olmaları gereken saatte parkta ne işleri var? Bu, oynasınlar, enerjilerini atsınlar durumu değil. Hep de aynı bir iki çocuk, seslerinden tanıyorum. Bence anneleri evde olmasınlar, uğraşmayım, sokakta ne halleri varsa görsünler diyerek parka gönderiyor. Üzülüyorum o çocuklara. 

   Ne zamandır örgümü pek elime almıyordum. Ayarladığım kısım bitmişti. Kalan ipleri değerlendirmeye çalıştığım için tekrar bir düzenleyip elimdeki iplere bakmam gerekiyordu ama elim değmemişti bir türlü. Geçenlerde döktüm hepsini ortaya, ne var ne yok görmüş oldum. Kalınlıklarına göre ayırdım. İnce iki katla ördüğüm battaniye için renk ayarladım. Bir sürü de, daha önceki projelerim için sarmış olduğum kalın yumaklarım olduğunu gördüm. Onlarla örmek için de başka bir parçalı proje düşündüm. Önceden iki kat olacak şekilde sardığım birkaç yumağı ayırayım dedim. Biraz kendim yaptım, biraz evde kimi bulursam yardıma zorladım. Kocam, Atahan, gelin namzetimiz "yün" ya da "ip" dediğim anda kaçmaya başladılar. Sağ olsun, bir tek 82 yaşındaki kayınvalidem şikayet etmeden sardı. Hatta ben yemek yaparken tek başına da devam etti. Bütün yünler ortadayken gelin namzetimiz "Bana da örsen battaniye ben de isterim yani neden istemeyim" tarzı bir cümle kurunca bütün projelerimi bıraktım bir kenara, hemen renk beğendik, yeni ip aldım, annemden şiş aldım. Kargonun gelmesini bekliyorum, ipler geldiği gibi pembe, beyaz, gri tonlarındaki batik iple gelin namzetimize battaniye örmeye başlayacağım :O). Projelerimin ve yeni battaniyemin, ayrıca yün sepetlerimin de fotoğraflarını ekleyeceğim bir ara buraya da. 

  Yine görüşmek üzere.

7 Aralık 2025

ARALIĞIN YEDİSİ - 2025


 Bugün tam 3 sene oldu. Yazasım var ama şu an yazamıyorum, tıkandım. Gün içinde geri gelip yazarım büyük ihtimalle. Canım Asortik'in Krep'im. 

28 Kasım 2025

28 KASIM 2025 - CUMA



 Size bir adet Balat, bir adet de Sultanahmet kedisi fotoğrafı bırakıyorum. Dün oradaydık. Çok keyifli sayılabilecek bir gezi yaptık. Rehberimiz biraz yordu ve gereksiz durumlara sebep olarak azıcık sorun yarattı grup içinde ama eh, her mesleğin iyisi de var, kötüsü de var. Daha önce iyilerini tecrübe etmiştik bu sefer de kötüsünü tecrübe etmiş olduk. Bu da bana bazı açılardan bir ders oldu :O). 

  Çok çeşitli çevrelerden, yaşlardan, eğitim seviyelerinden kişilerle bir araya gelince daha iyi anlıyorum. Enerjiler ve duygular çok önemli. Negatif kişiler sorun çıkarmaya da meyilli oluyorlar ve genelde sıkıntı yaşayan da onlar oluyorlar. Geziye gidiyoruz. O sabah tanışmışız ve akşam herkes kendi yoluna gidecek. Beni bir daha görme ihtimalin yok. Ne kadar nefret edebilirsin ya da nefret biriktirebilirsin ki? Aslında neden bu kadar nefret edersin sorusu daha doğru bir soru ama onu geçiyorum. Ben kimseyle sabahtan akşama bire bir zaman geçirmiyorum zaten. Öyle bir fırsatım da olmuyor, isteğim de. Bunaltmam, yapışıp bırakmamam gibi bir durum söz konusu değil. Hele bakışlarıyla beni öldüren kişilerle zorunlu haller dışında muhatap da olmuyorum. Genelde buna da pek rastlamıyorum ama dünkü gezide vardı öyle iki kişi. Daha önceki gezilerden birinde de beni sürekli her durakta, her yemek molasında yanına çağıran bir tanıdık vardı ama buram buram fesatlık duygusu fışkırıyordu her yerinden. Anlamadığım kısmı şudur ki, bu işin normali, hoşlanmıyorsan, sevmiyorsan, kıskanıyorsan uzak durmak değil midir? Bir şekilde fesatlanıyorsan neden çağırıp duruyorsun! Tekrar paragraf başı örneğime dönersem de özellikle dünkü kişiler için de şunu diyorum: Sabahtan akşama ne kadar nefret biriktirebilirsin ki içinde? Hele daha öncesinden tanımadığın bir kişi için. Bu arada herkes beni sevsin ya da herkes beni sevmek zorunda demiyorum. Benim de enerjimin tutmadığı, bir şekilde hoşlanmadığım kişiler oluyor da bunun da bir öncesi, sebebi, gördüğüm bir hareket, hoş karşılamadığım bir davranış oluyor arkasında. Bu insanlarla ise aramızda hiçbir şey geçmeden hissettiğim bir nefret söz konusu. Acınası hayatlar. 2 saat gördüğün birine bile hissettirecek derecede nefret edebiliyorsan, nasıl bir kararmış yürektir o sendeki?

 Bunun dışında taş tozu çalışmalarım devam ediyor. Fırsat buldukça biraz kitap okumaya çalışıyorum, çok boşladım ve özledim okumayı. Ev almış başını gidiyordu, bir yandan da yavaş yavaş temizlik, derleme toplama işleriyle uğraşıyorum. Günler nasıl geçiyor hiç anlamıyorum. Artık ışık hızıyla yaşıyorum sanki hayatımı.

  Yine görüşmek üzere.

21 Kasım 2025

Kasımın Yirmi Biri - 2025

 Tabi ki taş tozu üretimine devam ediyorum. Durmaksızın. Bu akşam bir hatamı fark ettim. Ne gördüysem hemen yapmaya saldırdığım için kendimi çok fazla bölmüş oldum. Aynı anda bir sürü şeye başlayınca hiçbirini tamamlayamadım. Bazılarında sorun çıkmasa da bir kısmı istediğim gibi de olmadı. Bu da moralimi bozdu. Bir acemi, başlangıç seviyesi taş tozcusu olduğumu unuttum.. Bazı şeyleri yapabilmem için önce biraz daha tecrübe edinmem gerekiyor. Döküm kısmını hallettim sayılır. Sadece daha iyi objeler elde etmeye çalışıyorum. Boyama ve dekor teknikleri açısından kendimi geliştirmem gerekiyor. Bu gece, bundan sonrası için şöyle yapmaya karar verdim: Kafamdaki bir projeyi deneyeceğim. Beğenmezsem, düşündüğüm gibi bir şey ortaya çıkmazsa ya da fikren güzel ama pratikte saçma olduğunu anlarsam bırakacağım. Güzel bir şey ortaya çıkarabileceksem de o konudaki eksiklerimi tamamlamaya, her kombinasyonu, rengi denemeye, daha iyisini elde etmeye odaklanacağım. Tamam işte oldu, bunun ötesi yok artık diyene kadar o projede çalışacağım. Hayır, her tarafı da proje doldurdum. Çalışma odasında adım atmaya yer kalmadı. Her gördüğümü deneyeceğim diye başka işlerimi ihmal ettim. Şimdi artık "Biraz ondan, biraz bundan, sürekli yeni şeyleri denemeliyim!" dönemimi atlattığımı düşünüyorum. Sırayla başladığım şeyleri bitireceğim.

  Kitap da okuyamadım pek. Dört ayrı kitaba başladım ama neredeyse kasım sona erecek ben daha bir kitap bile bitirmedim. Başladıklarımı yarım bırakıp başka kitaplara geçtim sürekli. Baktım her yeni kitap yarım kalıyor eski, sevdiklerimden bir taneyi tekrar okuyayım dedim. Bu işe yaradı. Belki başladığım kitaplar biraz da ağır kitaplardı. Galiba çok ağır okuyacak havada değildim, tür değiştirmek işe yaradı. 

  Yazımı yayınladıktan sonra kitap okuyarak dinleneceğim biraz. Görüşmek üzere.