23 Şubat 2021

1142


       Kar manzaramız geçen haftadan. Oldukça çok yağdı.
 Dışarı pek çıkmadık. Genelde Paris'le beraber pencereden kar yağışını izledik. Evde sıcacık oturup elde kahve ya da sıcak çikolatayla izlemesi çok keyifliydi. 
    Evde oturduğumuz o günleri ben dosya dolabımı yerleştirerek değerlendirdim. Daha önce de bahsetmiştim, ev baktığımız dönemde mutlaka kitaplık yapacak bir alanı olan evler önceliğimdi. Küçük de olsa bir oda, o mümkün değilse holde bir duvar, bir niş, ne olursa olsun ama kitaplarımı ve çalışma masamı koyacak bir alanı olsun. Neyse ki, bütçemize ve gönlümüze uygun üç odalı bir ev alabildik. Daha taşınmadan ben üçüncü ve en minik odaya çalışma odası ya da "benim odam" demeye başlamıştım. Hatta kocamla oğlum orayı oyun odası, bir nevi balkon, ardiye gibi çeşitli şekillerde adlandırabileceğimizi, neden benim odam olduğunu, onların da o odayı farklı şekillerde değerlendirebileceklerini söyleyip durdu ama o konuda hiç şansları yoktu. Üçüncü odaya çoktan göz koymuş ve orayı sahiplenmiştim :O). 
    Taşındıktan sonra yerleşme sürecinde çalışma odası üç eski kitaplığımın ve bütün fazlalıkların durduğu bir alan oldu uzunca bir süre. En son o odayı düzenledim. Yeni evin yeni düzeninde henüz yerini bulamamış her şeyi de oraya yığdım. Bir yandan da sürekli kitaplık modellerine, okuma koltuklarına, çalışma masalarına bakıyordum. Özel olarak kitaplık yaptırmak istediğimden bu da marangozu, bütçesi, siparişi derken uğraşmayı gerektirdiğinden ve zaman alacağından acele etmedim. Bir de hayal etme ve tasarlama sürecini de seviyordum. 
     Sonunda kitaplığımı yaptırabildim. Yaptırırken de iki duvarı komple kitaplık, bir duvarın bir kısmını da dosya dolabı olacak şekilde tasarladım. Kitaplarımın düzeni zaten belli olduğundan kolaylıkla yerleştirebildim ama dosya dolabında hep bir karmaşa hakim oldu. Ağzına kadar dolu, her şeyin her yerde olduğu ve en kötüsü de aradığımı bulamadığım, bir şey koyduğumda diğer şeylerin arasında kaybolduğu, verim alamadığım bir alandı. Estetik açıdan da güzel görünmüyordu. Arada düzenlemeye çalışsam da işlevsel ve güzel olmuyordu bir türlü. Karlı günlerimi bu dolaba el atarak değerlendirdim. Önce tamamen boşalttım. Sonra dolaptan çıkanları gruplara göre ayırdım. Atılacaklar, başka alanlarda kullanılabilecekler ayrıldı. Sonra da yerleştirdim. Artık hem o tıka basa görüntü yok hem de aradığımı bulabiliyorum. Bütün bunları yapmak da yaklaşık dört günümü aldı. Acele etmedim. Sıkıldığımda ya da yorulduğumda ara verdim, bir an önce bitmesinden çok tam istediğim gibi olmasına önem verdim. 
       Bütün bu işleri bitirdiğimde de istediğim estetik görüntüyü sağlayabilmek için çeşitli boylarda kutulara ve sepetlere ihtiyacım olduğunu fark ettim. Dosya dolabım yedi gözlü. En alttaki kısım kapaklı. Diğer altı kısım açık. Açık raflarda kullanmak üzere bir iki tane kapaklı, üç dört tane de kapaksız hasır sepet alacağım. Hasır çok sevdiğim bir malzeme olduğu için özellikle hasır sepet almak istiyorum. Evde çeşitli boylarda çok sayıda hasır sepetim var ama biri çamaşır sepeti, biri Paris'in yatağı oldu, birini battaniyeyi ördüğüm süreçte yumak sepeti olarak kullanıyorum, iki tanesi uzun saplı, dolaba sığmaz derken istediğim boy ve özellikte hasır kutu / sepet bulabilmek için de en az dört günümü - büyük bir keyifle - internette, modeller arasında geçirdim. Çok fazla seçenek var. Favorilerimi not ettim.  Beğendiklerimin bir kısmını istediğim ölçülerde olmadıkları için elemek zorunda kaldım. Başlangıç olarak aşağıda fotoğrafını gördüğünüz kapaklı sepetten aldım.. İçine A4 kağıdı rahat sığıyor, yüksekliği de 20 cm'e yakın. Bir tane daha kapaklı almayı düşünüyorum..  Diğer fotoğrafta da beğendiğim kapaksız model mevcut, ilk fırsatta bir tane alacağım. Fırsat buldukça yeni modellere de bakmaya devam ediyorum. 
     Yine görüşmek üzere...


 

1141 - ATEŞİN ÇAĞRISI (KISIM 1)


      Kitabı cumartesi bitirdim aslında ama buraya yazamadım. İkinci kısmına da başladım ama onda da çok ilerleyemedim. Serinin ortalarına geldim. Hatta ortasını da biraz geçtim. Yavaş yavaş sonlara yaklaşıyorum. Bu kitaptan aklımdan kalan çok bariz bir şey yok. Şunu düşündüm sadece komple tüm seri özensiz basılmış. Her kitapta az veya çok yayından kaynaklı hata bulunuyor. Acaba bendeki baskılar 1. baskı da,  sonradan düzeltilmiş midir diye kitapları kontrol ettim, ben 2. basımları almışım. Hiçbir kontrol yapılmadan aynı hatalarla basılmış kitaplar demek ki.  Epsilon çok özensiz. Bu kitaplara verdiğim paraya acımama sebep oldular. İçerik güzel ama basım kalitesi sıfır. 

     Bu arada bu kitabın ilk sayfalarını Paris yırtmış, bantla tamir etmeye çalışmışım. Normalde benim kitaplarım hep ortalıkta, her odada her yerde bir iki tanesi bulunur mutlaka. Paris de çok umursamaz kitapları ama bazen ilk sayfalarında tırnaklarını bilediği oluyor. Nereden de esiyor aklına da yapıyor, hangi kitabı neye göre seçiyor bilmiyorum :O). 

16 Şubat 2021

1140 - GÜZ DAVULLARI (KISIM 2)

 

       Bu akşam Güz Davulları'nın ikinci kitabını da bitirdim. Öykü ve karakterler giderek daha çok sardığından daha çok okumak istiyorum ve iyice hikayeye giriyorum. Bundan sonra serinin beşinci kitabının birinci kısmıyla devam edeceğim. Kitabın içeriğiyle ilgili hiçbir şey yazmak istemiyorum henüz okumayanlara bilgi vermeden bunu yapabilmem imkansız. Ama güzel olduğunu, zevkle okunduğunu şuradan anlayabilirsiniz, 585 sayfayı bir günde okumuşum. Nasıl bittiğini anlamadım bile bir an önce yeni kitaba başlamak istiyorum. Bu arada ben bu seriyi iki sene önce okuyup bitirmiştim. Sonunu da hatırlıyorum ama arada olan olayların çoğunu unutmuşum, o yüzden tekrar heyecanla okuyorum :O). 

15 Şubat 2021

1139 - GÜZ DAVULLARI (KISIM1)


 Bu sabah Güz Davulları'nın birinci kısmı bitti. 637 sayfa. Beş gün sürdü okumam. Öğleden sonra ikinci kısmına başladım. Yabancı serisinin dördüncü kitabı. Bu bölümde Claire ve Jamie yeni yerleştikleri kıtada düzenlerini kurmaya çalışıyorlar. Basım hatası yok denecek kadar az gibiydi. Keyifle okunacak bir kitaptı. Serinin ilk kitabından sonra devam etmeyi düşünenler ikinci kitabı atlatabilirlerse gerisi çok kolay okunuyor zaten.

10 Şubat 2021

1138 - YOLCU


     Yabancı serisinin üçüncü kitabını da bitirdim. 1078 sayfa. 5 gün sürdü okumam. İkinci kitapta neredeyse her cümlede mevcut olan basım hataları bu kitapta çok daha azdı. Okumayı da çok daha keyifli hale getirdi. Olaylar da heyecanlıydı. Okudukça okuyasım geldi, kitap elimde sürünmedi. Kitabın içeriğiyle ilgili çok fazla bir şey yazamıyorum. Okumayanlara bilgi vermiş olmadan bir şey yazmam pek mümkün olmuyor. Ama şunu diyebilirim ki, ikinci kitap eziyetse üçüncü kitap keyifti :O). Bu akşam dördüncü kitabın 1.si ile devam edeceğim okumaya.

5 Şubat 2021

1137

    5 Ağustos 2005'te sevdiğim yemeklerden bahsettiğim bir yazımda  "Akıtmayı bilenler çoktur. Mayalı hamurdan yapılır. Akıtmanın asortik kız kardeşi kreptir (bu benzetmeyi bize uyarlarsak ben akıtma ablam krep oluyor bu durumda :O)). Akıtmanın içine reçel-peynir gibi şeyler koyularak sarılır ve yenilir." demişim. Ve bir süre sonra bu yazının verdiği ilhamla ablama Asortik Krep blogunu açmışız. Ona çok iyi uyan bir isimmiş bence, iyi ki bulmuşum o da iyi ki yazmış :O).

     Biz o dönem Çanakkale'de oturuyorduk, ablam Fethiye'de, annemle babam İstanbul'da yaşıyordu. Çanakkale'de de çok yakın ve sevdiğim arkadaşlarım, kayın ailem vardı yalnız değildim ama en çok yapmak istediğim şey annemlerle ve ablamla aynı şehirde oturup gün içinde birbirimize çaya kahveye gitmekti. Ailesi Çanakkale'de yaşayan ve bunu yapabilen arkadaşlarıma çok özenirdim. Bir araya gelebildiğimiz zamanlar çok özel olurdu hepimiz için. Birlikteyken keyfini çıkarırdık ama kaç gün olursa olsun hiçbir zaman yetmezdi bize. Son on senedir annemlerle aynı şehirdeyiz hatta ara ara yazdığım gibi hiç sevmediğim eski evimden taşınmama sebebim annemlere çok yakın olması ve iş çıkışı olsun, gecenin dokuzu, gerekirse sabahın yedisi olsun rahatlıkla gidip gelebiliyor olmamızdı. Son iki senedir ablam da burada. Sonunda hepimiz bir araya gelebildik ama hastalıklar yüzünden çok tadına varamadık açıkçası. Önce ablamın sonra babamın hastalığı, babamın kaybı, ablamın devam eden tedavisi derken enerjimiz ancak hayatta kalmaya ve yaşamaya devam etmeye yetti. Neredeyse bir senedir bu tabloya bir de korona eklendi. Annem ve ablam evden çıkmasa da ben işe gidip gelmeye devam ettiğim için uzun bir süre sadece kapı ağzında beş dakikalık görüşmelerle idare ettik. Yazın açık havada biraz daha rahat bir araya gelebildik ama kışın gelmesiyle ve kısıtlamalarla yine ister istemez birbirimizden uzak kaldık. Zor günler yaşadık, yaşıyoruz ama geçecek elbet bir gün. Biz akıl ve ruh sağlığımızın ne kadarını koruyabilmiş olacağız bilmiyorum ama vücut sağlığımız yerinde olduktan sonra onlar da düzelir galiba, herhalde, sanırsam. Pek emin olamadım :O). Yine görüşmek üzere...

1136 KEHRİBARDAKİ YUSUFÇUK

     Yabancı serisinin 2. Kitabı. Bunu biraz zor okudum açıkçası. Bir kere dizgisi çok kötüydü. Kelime ve harf hatası çok fazla vardı. Kitabın okuma keyfini de aldı götürdü. Epsilon’dan bu kadar kötü bir baskı beklemezdim. Zaman hataları vardı. Bu da ya çeviriden ya yazarın kendisinden kaynaklıydı ki, okuma keyfini götüren önemli konulardan biriydi yine. Bunun dışında Claire ve Jamie birçok macera yaşasa da ana eksen durdurmak istedikleri bir savaş yüzünden içine girdikleri saray politikalarıydı. Bu da birçok soylu ismini, entrikayı içeriyordu ve belki de benim ilgimi çekmeyen bir alan olduğundan sıkıcı oldu ve isimleri takip etmek yordu beni. İsteksiz okuduğum için pek elime almadım ve 12 günde bitirebildim (896 sayfa). 3. kitaba bu gece başlayacağım. onu da bitirince yazacağım mutlaka. 

1 Şubat 2021

1135

    İşimle ilgili pek yazmıyorum buraya. Burası biraz da kaçış alanım. Stresli bir işim var diyecektim ama düşündüm de hangi iş stressiz ki? Neyse, her işte olduğu gibi benim işimde de sıkıntılı alanlar var ve uzun zamandır mesai saatleri dışındayken işi tamamen kafamdan çıkarmaya çalışıyorum. Bazen yapabiliyorum bunu, bazen yapamıyorum. İşi ya da işte olan bir şeyi düşünmeye başladığımda kendimi frenliyorum. Dikkatimi çekecek bir şeyler bulmaya çalışıyorum. Başka türlü beynimi dinlendirmem mümkün olmuyor. İşten kafam dolu gelip kafam dolu işe gidiyorum. Beden yorgunluğu dinlenmeyle geçiyor ama beyin yorgunluğu kolay kolay geçmiyor.

   Şubatın ilk günü gelmiş. Zaman çok çabuk geçiyor. Bazen bir miskinlik çöküyor üzerime hiçbir şey yapasım gelmiyor. Bazen de o kadar çok şey yapasım oluyor ki hepsini yapmaya günün 24 saati yetişmiyor. Miskinlik zamanları enerjimi kazanmak için savaşıyorum bazen, başarılı olduğum da oluyor olamadığım da. Bazen de diyorum ki bu hal üzerime çöktüyse demek ki buna ihtiyacım var. Bu molayı vermeliyim. O zaman enerji bulmaya uğraşmıyorum bile :O).