26 Ocak 2021

1134

   Biraz eşyasına bağlı biriyim, biraz da malım kıymetlidir :O). Bir şey iyice eskiyip kullanılmayacak hale gelmeden atamıyorum pek. Modası geçti kavramı bana pek bir şey ifade etmiyor çünkü alırken de moda diye değil hoşuma gittiği için alıyorum.  Eskidi, artık işe yaramaz dediğimde de ya bir yerleri kopmuş ya da paramparça olmuş oluyor :O). Bilemiyorum bu iyi mi, kötü mü bir özellik? Hakkını vererek kullanmak ve verimlilik açısından iyi ama bazen eşyayı gereksiz yere kendime yük yapıyorum. Onlara yer bulacağım diye uğraşıp duruyorum, çok sevmesem de sırf dibine kadar kullanma huyum yüzünden kullanıyorum. Kendimi yoruyorum onlarla. Bu açıdan baktığımızda da kötü bir alışkanlık. Kullanmadığım ya da işime yaramayan şeyleri rahatlıkla başkasına verebiliyorum. O yönden bir sıkıntım yok da, işlevini yitirmeyen her şey yirmi senelik de olsa hayatımda yer alıyor. 

   Mesela geçen gün iş yerinde konuşuyorduk arkadaşlarla, yeni eve yeni eşya gibi bir söz geçti. Yeni eve yeni eşyayı eskiler artık çöpe bile atmaya  utanılacak halde oldukları için aldım ben. Mesela taşınmadan çok çok önce Paris sayesinde koltukların iç süngerleri evde dolaşmaya başlamıştı. Tırnaklarını bilediği özel noktalardan çıkan parça parça süngerleri  her yerde buluyordum. Bu durumda olmasalardı, renklerini, şekillerini sevdiğim ve sıkılmadığım için yeni evde de kullanmaya devam ederdim :O). Hatta bir ara yeni koltuk yerine eskileri mi kaplatsak diye de konuştuk. Usta bul, uğraş, peşinde koş kısmı gözümüze daha zor geldiği için vazgeçtik. Aldıktan sonra yeni koltuklarım da çok hoşuma gitmeye başladı. Hem bu sefer önlem olarak kılıf örttüm üzerlerine ki Paris yine en çok sevdiği tırnak bileme noktalarını belirleyemesin ::O). 

24 Ocak 2021

1133 - YABANCI


       Yabancı kitabını ve serisini 2018'de okumuştum. Uzun zamandır tekrar okumak istiyordum ama fırsat bulamıyordum. Geçenlerde dizisini Netflix'te görünce artık daha fazla beklemeyip yine okumaya başladım. Serinin sonunu hatırlıyorum ama aradaki ayrıntıları unutmuşum.
     Kitabın konusundan kısaca bahsedersek Clare 1945 yılında kocasıyla birlikte bir İskoçya ziyareti gerçekleştirmektedir. Amaçları 2. Dünya Savaşı'nda çok bir araya gelemedikleri için zayıflayan ilişkilerini tazelemek ve kocası Frank'in İskoç atalarının izini sürmektir. Clare, ilgi duyduğu botanikle ilgili bir bitkiyi araştırmak üzere gittiği kadim bir taş anıtta iki yüz yıl öncesine gider. Orada bir şekilde Jamie ile tanışır ve olaylar gelişir.

      Tarih, aşk, macera, birazcık fantastik edebiyat seviyorsanız kitabı da beğenirsiniz. Sekiz kitaplık bir serinin ilk kitabı Yabancı. Bazı kitaplar 1 ve 2 olarak basıldığı için toplamda 13 kitap var. Ben ilk kitabın ardından ikinciyle devam ediyorum. Bitirdikçe buraya da yazacağım. Serilerle ilgili en sık yaşadığım sıkıntı, genelde ilk kitapla ilgili milyon tane özete, yoruma ulaşabilsem de devam kitaplarıyla ilgili çok az bilgi bulabilmem. Buraya yazarak başkalarının bu sıkıntıyı aşmasına yardımcı olabilirim belki. Seriyi okuyup bitirecek olsam da diziyi izlemeyeceğim. Beğenmedim. Kitapla aynı duyguyu vermedi bana. Belki önce diziyi izlemiş ardından kitapları okumuş olsaydım farklı olurdu. Ben bu hikayeyi ve kahramanları çoktan kafamda canlandırmışken yönetmenin / yapımcımın yorumuyla izlemek aynı zevki vermiyor.

     Yine görüşmek üzere...

19 Ocak 2021

1132






       Yukarıda gördüğünüz fotoğraflar karlı günlerimizin özeti. Burada çok yoğun bir şekilde yağmadı zaten. Ara ara inceden yağdı durdu, yağdı durdu. Bugün de buz olarak yol kenarlarında kaldı biraz. Onun dışında hiç yok. 
    Pazar günü yaptığım poğaçaları en üstte görüyorsunuz. Bunlar çok puf puf olduğu için seviyorum ama bir saat mayalama süresi olduğu için ancak evde olduğum hafta sonları yapabiliyorum. Ortadaki fotoğraf da ilk defa denediğim nar reçeli. Evde, dolapta kalan bir türlü yiyemediğimiz üç beş tane nar olmasaydı yapmak aklıma bile gelmezdi açıkçası. Onları değerlendirmek için yaptım ki, iki üç tanesine geç bile kalmışım, maalesef kurtaramadım. Yine de diyebilirim ki iyi ki dolapta kalmışlar ve iyi ki ben de en sonunda reçellerini yapmışım. Narı ayıklamak dışında zahmeti olmayan leziz bir reçel oldu. Böğürtlen reçelini seviyorsanız - ben çok severim- buna da bayılacaksınız demektir. Şu an daha iki sene tüketsek bitiremeyeceğimiz kadar çok sayıda reçelimiz olduğu için 3 nardan çıkan yarım kavanozla yetindim ama önümüzdeki kış özellikle 1 - 2 kg nardan yapmayı düşünüyorum. Ben reçeli çok sevdiğim ve her kahvaltıda mutlaka yediğim için, hem annemler yaptıkça bana veriyor, hem ben çeşit çeşit meyvelerden yapıyorum derken evde her zaman bol miktarda reçelimiz oluyor. Öğlenleri iş yerinde yemek için yaptığım sandviçe de reçel koyuyorum :O). Bunu okuyan ve bu çok sağlıksız diyen kesim için belirteyim, biliyorum sağlıksız ama benim için en pratiği bu şimdilik. Akşam yemeklerinde ve ara öğünlerde biraz daha sebze meyve ağırlıklı yiyerek dengelemeye çalışıyorum. Yine de son zamanlarda evde olup mutfakta bir şeyler yapmayı da seven bireyler olunca hepimiz biraz kilo almışız galiba. Alışverişlerde abur cubur alımını azaltıp meyve sebze alımını çoğalttım son zamanlarda. Çok büyük bir adım olmasa da bir yerden başlamak lazım :O). 
.   Son fotoğraf da karlı günlerin tadını sepetinde çıkaran Paris. Bir kedinin insanı olan çoğu kişi bilir ki, kedilerimize aldığımız özel eşyalara pek çoğu ilgi göstermez.  Paris mesela, benim aldığım tırmalama tahtaları yerine her zaman koltuğu ya da halıyı tırmalamayı tercih etmiştir. Ona özel aldığımız oyuncaklar yerine, bulduğu ıvır zıvırla oynamıştır. Yatak konusunda da aynı şeyin olacağını düşündüğüm için ona şimdiye kadar bir yatak almamıştım. Şekerlemelerini genelde bizim yanımızda, koltukta - sandalyede, gece uykularını da Atahan'ın yanında geçirmeyi tercih etmişti. Meğer çocuğun bir yatağı olsa onda yatacakmış, bilememişim. Karı izlemek için masanın üzerinden hiç inmeyince çamaşır sepetimin içine bir iki yün yelek koyup ona yatak yaptım. Üç gündür içinden çıkmadı. Kendime başka sepet almaya karar verdim. Artık o onun yatağı oldu :O).

    Özellikle şu karlı ve soğuk günlerde evde oturmak iyi geldi. Yalnız, gittikçe eve ve tembelliğe alıştığımı fark ediyorum. Eski iş temposuna döndüğümüzde, en azından ilk başta, alışmak zor olacak gibi geliyor bazen. Korona tedbirleri kapsamında mesai günlerimiz de, saatlerimiz de kısaldı. Şu sıralar yoğunluğumuz da yok. İşte olduğum günler de sakin geçiyor. Evde oturmak da son on sendir özlemini çektiğim bir şeydi. Belki de o yüzden pek sıkılmıyorum. Sıkıldığım zaman da, bunun sebebi evde olmak değil aylardır yaşadığımız salgın döneminin psikolojik etkileri oluyor aslında. Zaman da çabuk geçiyor. Yapacak bir sürü şeyim oluyor. Zamanımı verimli kullanmaya çalışıyorum çünkü eninde sonunda biz normal çalışmaya döneceğiz ve o zaman yine yapmak istediğim bir sürü şeyi ertelemek zorunda kalacağım. Son günlerde bol bol dizi izledim mesela ve izlerken de sürekli battaniyemin parçalarını ördüm. Yine de daha yarısına bile gelemedim ama oldukça yol kat ettim. Eh, bir battaniye örmek de bugünden yarına olacak bir şey değil zaten, zaman alacağını biliyordum. Onun dışında da kitap okudum. Her gün mutlaka yemek - bulaşık -  derleme toplama işleri de olduğundan günlerin nasıl geçtiğini anlamıyorum.
   Yine görüşmek üzere... 

12 Ocak 2021

1131

        Çok makyaj yapmayı sevmiyorum. Rujumu mutlaka sürerim. Günlük makyajım bundan ibarettir. "Düğünlük" ya da "çok önemli etkinlik" makyajımda da fondötenle rimel eklenirdi ruja. Yaklaşık iki senedir fondötenle rimeli pek kullanmadığımı geçenlerde fark ettim. Rimel kurumuş, fondöten ilk aldığım günkü gibi duruyor. Babamın hastalığı döneminde ve vefatı sonrasında bazı şeyler zaman kaybı - gereksiz görünmeye başladı gözüme: fondöten, rimel, her gün değişik değişik taktığım küpelerim, çeşitli sebeplerle kafaya taktığım hiç değmeyecek insanlar, bana hiçbir şey katmayan kişiler. Hepsini çıkardım hayatımdan. Onun ölümü bir çok şeye bakış açımı değiştirdi. Ben değiştim. Bunu zaman içinde fark ettim. Çok daha fazla seçici, çok daha fazla umursamaz, çok daha fazla zamana değer veren biri oldum. Şöyle ki, bir şey veya bir kişi ona harcadığım zamana değmiyorsa ya da o zamanı hak etmiyorsa hayatımdan çıkarıyorum. Vazgeçilmez diyebileceğim şeylerin sayısı da çok azaldı. Bir de hayatımdaki hiçbir şeyin kalıcı olmadığını ya da kalıcı olmak zorunda olmadığını daha iyi anladım. Bundan hareketle yaklaşık on ay önce, dokuz senedir oturduğumuz ve aslında bir iki minik şeyini sevsem de, bir çok şeyini sevmediğim evden taşınma kararı aldık. Şimdi her günümü keyifle yaşadığım bir eve sahibim bu sayede. Bazen sevmediğimiz halde neden eski evde oturup durduğumuzu düşünüyorum. Her altı ayda bir oturup "Taşınsak mı buradan?" diye konuşuyorduk ama her seferinde biraz daha idare edebileceğimize karar veriyorduk. Demek ki doğru zaman değilmiş bizim için. Harekete geçecek enerjimiz ya da yeterli isteğimiz yokmuş. Çok mutlu olmasak da şimdi düşündüğümüz kadar mutsuz da değilmişiz ki taşınmamışız. 

    Neyse, bunların hepsi aklıma dün sosyal medyada gördüğüm bir reklam üzerine geldi. "Beyaz cilt isteyenler okusun" yazıyordu. Ben, beyaz hamur kağıdına basılı kitap cildi olarak algıladım ve ilgimi çekti. Saman kağıdı çok sevmiyorum. Reklamın devamına baktığımda ise cildini beyazlatmak isteyenler için bir bakım ürünü olduğunu gördüm. Eminim bunun da kitlesi büyüktür, pazarda çok iş yapıyordur ama benimle hiçbir ilgisi olmayan bir şeydi. Yine saman kağıtlı kitaplarıma dönmek zorunda kalacaktım:O). Buradan yola çıkıp artık pek makyaj yapmadığımı düşündüm. Eskiden çok kullanmadığım açık renkli rujlarımı da daha çok tercih ediyorum. Genelde maske taktığımız için rengi çok önemli değilmiş gibi geliyor bana. Hem onlar maskeye değdiğinde de çok fazla renk bırakmıyor. Bir de biraz ruj stoku yapmışım farkında olmadan. Aldıklarım içinde beğendiklerimi bittikçe yenilemişim ama beğenmediklerim öylece kalmış. Bahaneyle onları da kullanmış oluyorum :O). Böylece pek sürmediklerim de bozulmayacak ve onlar da bitene kadar yeni ruj almayacağım. Yeni almaya başladığımda da stoklamamak için mevcut sayıyı ve renkleri kontrol etmeden yenisini almayacağım. Buna bazen uymak zor oluyor. Sevdiğim için, kullanmasam da, çok olsa da yenisini alma eğiliminde olabiliyorum. Mutlaka bir neler var diye bakıyorum. Şimdiye kadar her seferinde kendime, önce evdekiler, diye hatırlatmam işe yaradı. Mesela bunu defterlerde ve kitaplarda da yapmaya çalışıyorum. Onlardan da fazlasıyla var. Henüz kullanmadığım bir dolap dolusu defter ve henüz okumadığım birkaç raf dolusu kitap. Ama bu taktik defter - kitap söz konusu olunca pek işlemiyor. Genelde kendimi yenisini almaya ikna edebiliyorum :O). 

    Yine görüşmek üzere...

11 Ocak 2021

1130

    Kendime yaklaşık on günlük bir tatil vermiştim. Zorunlu işler dışında çok bilgisayarı açmadım. Telefonu kullanmadım. Sık sık örgümü ördüm ve film - dizi izledim. Dosya dolabı olarak kullandığım bir dolabım vardı, onu düzenledim. Bunlar dışına bütün meşgalelerden uzak durdum. Yeni yıl kararları da almadım. Yılbaşında da işten gelip yemek yapıp bir de mutfağı toplayınca gece yarısını görmeden uyudum. Ev ahalisi benden de önce uyumuştu zaten :O). Oldukça sakin bir geceydi bizim için. Böyle bir molaya ihtiyacımız varmış demek ki.

    Ofiste bir arkadaşımız korona oldu. Maskeyi zaten hep takıyoruz, hava soğuk da olsa sıcak da olsa ofis camı hep açık. Mesafeye de sürekli uyuyoruz. Elimi sık sık yıkıyorum, aklıma geldikçe kolonya sürüyorum. O yüzden bulaşmayla ilgili çok bir kaygım yoktu açıkçası ama yine de iki hafta annemlerle görüşmedim. Telefonlaştık sadece. İş - ev dışında bir yere gitmedim. Evde de mümkün olduğunca dikkat etmeye çalıştım. Yine de her öksürükte, hapşırıkta, biraz boğazımda hassasiyet olur gibi olsa tedirgin oldum. Bu dönem, normalde dikkate bile almayacağımız her türlü ağrıda, sızıda direkt aklımıza koronanın geldiği bir dönem oluyor hepimiz için. Sokakta yürürken de rahat değiliz, markette de, işte de. Ben iki kere maske takmayan biriyle karşılıklı durduğum bir kabus gördüm mesela. O kadar rahatsız oluyorum ki, gitsem gidemiyorum, maske tak desem diyemiyorum. Rüya değil kabus olarak adlandırıyorum o yüzden.

     Yine görüşmek üzere...