26 Ağustos 2017

1087

      Blogumla ilgilendim biraz bu gece. Görünümünü değiştirdim. Linklerimi kontrol ettim. Uzun zamandır aktif olmayanları çıkardım. Ara ara yenilerini ekleyeceğim. 
   
     İznimin iki haftası bitti. Bayram tatili kısmı başladı. Bu sene kendimizi aşarak on günlük bir tatil yaptık. Normalde beşinci günden sonra ailecek sıkıldığımızdan bir rekordu bu bizim için. Gerçi gezdik. Beş gün Fethiye'de ablamda kaldık. Bodrum üzerinden Çanakkale'ye gelip iki gün kaldık. Oradan da Edirne'ye geçtik. Daha sonra fotoğraflı ayrı bir tatil yazısı yazacağım. 
   
      İzindeyken hayatımı ne kadar iş odaklı yaşadığımı fark ettim biraz. Bir çok hobim vardı eskiden. Blogumu bire bir günlük gibi yazardım. Dikiş dikerdim. Etamin işlerdim. Çeşitli defterlerim vardı, onları tutardım. Kitap okurdum, okudukça buraya da yazardım. Kitap okumak dışında bunların hepsini bir kenara bıraktım. Ara ara yine yapayım desem de bir türlü başlayamıyorum. Evet, gerçekten yoğun çalışıyorum aslında. Yoruluyorum. Ama sanki biraz da bahane ediyorum gibi işi. Hayatımı ne kadar çok kapladığını izindeyken anladım. Bu kış bunu değiştirmeye kararlıyım. Hazır evdeyken malzemelerimi biraz toparlayıp hazırlık yapacağım, bu sefer  olacak. 

      
      Hani her sene yılbaşında yeni kararlar alınır ya, benim yıl başlangıcım eylül gibi görünüyor. Bu iş ona benzedi.   

     Evde zaman geçirmeyi özlemişim. Bir yere yetişmek zorunda olmadan yayılmayı. Alarmsız uyanmayı. Bütün gün abuk sabuk ev kıyafetleriyle dolaşmayı. Biraz televizyon izleyip, biraz ev işi yapıp, sıkılınca azıcık bilgisayarda bakınmayı. Mayışınca  olduğum yerde şekerleme yapmayı. 


     Yarın bir iki işim, gideceğim bir düğün var. Sonrasında işe başlayana kadar pek evden çıkmayı düşünmüyorum. 

      Yine görüşmek üzere...

1086

Az önce gözüm döndü bir şekilde ve çokoprens üzerine nutella sürüp yedim. 

Pişman değilim!

7 Ağustos 2017

1085

      Sıcaklardan bunala bunala evde otururken ve çıkmama dört gün kalan yıllık iznimi beklerken aslında elimin altında olmasına rağmen bilgisayar, ne zamandır yazmak istediğimi ve sürekli ertelediğimi hatırlayınca en sonunda kalktım ve yazmaya başladım. 
     
      Evde oturuyorum dediğime bakmayın, çok yoğun bir festival atlattık. Yaklaşık iki hafta geceli gündüzlü, izinsiz çalıştıktan sonra bugün  beşte işten çıkıp eve gelebilince o bana evde oturuyormuşum hep gibi bir hava verdi. 

     Atahan şu sıralar babasıyla işte. Onlar bir derneğin lokalinde çalışıyor. Kocam yöneticisi lokalin, Atahan da garson ya da ara eleman ya da kasa başında. Babası ne iş verirse onu yapıyor. Geç gidip geç geliyorlar. Önce benim yoğunluğum sonra bu iş derken son zamanlarda biraz az görüşebiliyoruz. Fırsat buldukça arayı kapatmaya uğraşıyorum. İzne çıkınca onların saatlerine biraz daha uyum sağlayabileceğim. 

      Geçenlerde elimde torbalar var, hazır olsun diye anahtarımı eve yaklaşırken cebime koymuşum ve unutmuşum. Kapının önünde yarım saat anahtar aradım çantamda. Sonra Atahan'dan alıp eve girdim. Evde de tüm çantayı boşaltıp aramaya devam ettim. Moralim bozuldu çünkü ben hiç ve asla anahtar kaybetmem. İlk defa böyle bir şey başıma geliyordu. Çıkar bir yerden dedim en sonunda, sabah kilitledim mi kapıyı, sonra nereye koymuş olabilirim diye düşünürken, elimi cebime atınca buldum. Hem sevindim, hem şaşkınlığıma şaşırdım:O). 

     İki üç hafta önce bir restorana gitmiştik. Çok kalabalıktı masa, çantalarımızı da bir sandalyeye topladık. Duruyordu kenarda. Arkadaşlar kalkmaya başladı. Uğurlama, sohbet, muhabbet derken unutmuştum çantayı, sonra birden aklıma geldi. Döndüm baktım sandalye bomboş. Tam da arkada ama yol üzerinde duruyor. O an dedim ki, çanta gitti! En son kalkan arkadaşımı aradım, belki o koymuştur bir kenara diye, yok, o kalkarken duruyormuş sandalyede. Soracağım diğer arkadaşlara, tam o anda çalgıcılar geldi, ne sesimi duyurabiliyorum ne yanlarına yaklaşabiliyorum.  Komedi filmi gibiydi. Hani ulaşmaya çalışır kahraman bir şeylere, o arada rüzgar çıkar uzağa savurur, kalabalık bir grup girer  araya geçmek gitmek bilmezler. Bir yandan dört dönüyorum bir yandan içinde neler vardı düşünüyorum ama bir şey diyeyim mi, ne cüzdan, ne kimlik aklıma geldi. En çok ama en çok çantanın kendisine üzüldüm. Çok  özene bezene almıştım, internetten sipariş verip iki hafta gelmesini beklemiştim ve normalde bir çantaya vereceğim paranın iki katını verip çok da severek her gün, yandan asmalı postacı çanta olduğu halde her kıyafetle kullanıyordum. Çantama ağıtlar yakarken bir yandan da içindeki harici diske yandı canım. Tüm arşivim ondaydı. Son zamanlardaki güncel dosyalarımı henüz yedeklememiştim. Yine sağdan soldan toparlardım ama çok zamanımı alırdı ve iş, veri ve zaman kaybına sebep olurdu. Derken derken çalgıcılar uzaklaştı. O tarafta oturan arkadaşlarıma sorabildim, sandalyede çalınır diye alıp masanın altına koymuşlar çantamı:O). 

    Bazen özel notlarımı yazacak gözden uzak bir yer bulamayınca biraz üstü kapalı ya da hafiften şifreli not alıyorum ama sonra kendim de anlayamıyorum tam olarak ne demek istediğimi...

    Son olarak şunu demek istiyorum. Yaz çocuğu olsam da en çok kışı seviyorum uzun zamandır. Dün sabah uyanıp önümüzün sonbahar olduğunu, ağustostan sonra eylülün geleceğini fark edip, sevindim :O).


Yine görüşmek üzere...

20 Temmuz 2017

1084

        Bugün benim doğum günüm:0). Bu dünyadaki 38. yılımdan gün almaya başlıyorum.Dün sabah ablam geldi Fethiye'den ve onlar bugün yakın bir akrabamızın düğününe gideceği için biz dün gece kutlamamızı yaptık. Annemler ve kayın ailem, kocam, çocuğum yanımdaydı. Bir kaç misafirimiz daha vardı ve bütün gece sevgi ile sarmalandım. Tam da istediğim gibi bir kutlama oldu. Ara sıra yazıyorum şanslı olduğumu ama yine tekrar etmek istiyorum. Gerçekten güzel bir aileye sahibim.

       İyi ki doğmuşum ben:0).

14 Temmuz 2017

1083

       "Uzun zaman olmuş yazmayalı" son zamanlardaki bütün yazılarımın giriş cümlesi olmuş neredeyse çünkü hep aralıklı yazmışım. Ve bir cümlede üç kere "yazma" eylemini kullanmış oldum az önce. Cep telefonumdan yazıyorum şu an ve nedense ekranın küçük bir bölümünü gösteriyor. Paragrafın ortasını okuyabiliyorum sadece. Bu şekilde yazmak zor oluyor.

        Görüşmediğimiz zamanlarda çalıştım, okudum, kendi kendime takıldım. Bol bol iş stresi yaşadım... İşle ilgili her ne kadar "abartma, büyütme, kafana takma" telkinleri yapsam da kendime, hiç bir faydası olmuyor. Bir telaşı atlatıp bir başka koşuşturmaya başlıyoruz. Hepsi bir şekilde bitip gidiyor ve unutuyoruz çabalarımızı, yorgunluğumuzu, emeklerimizi ama yine de ben her seferinde stres yapıyorum.
     
      Kitap bulamıyorum uzun zamandır. Beni gerçekten saran ya da sarsan kitap yok. Elimde bir sürü var okumadığım ama hevesle sonuna ulaşmak için acele ettiğim, şu yönünden çok etkilendim dediğim bir kitap yok. Takip ettiğim yazarların yeni kitabı çıkmış mı diye bakıyorum ara sıra ama pek bir şeye rastlamıyorum. Gerçi geçen gün girdiğim kitapçıda fantastik seriden hoşuma gidebilecek bir şeye rastladım gibi ama bitirince devamını getirmek istersem buraya da yazarım.

     Geçenlerde gittiğim bir düğünde "ringo ringo şişeler" eşliğinde eller havaya modunda oynuyorlardı. İlginç geldi. Olmayacak bir şey değil ama eller havaya şarkısı deseler aklıma o gelmezdi açıkçası.

        Bu yazıyı yaklaşık bir haftadır her fırsat bulduğumda yazıp bitirmeye çalışıyorum. Bir anda başlayıp bitiremedim.


       Yine görüşmek üzere....
   


 

1 Mayıs 2017

1082

Görüşmeyeli uzun zaman olmuş. Geceleri genelde yorgunluktan sızıp kaldığım için pek almıyorum bilgisayarı elime. Enerjim olduğu zaman evi topluyorum biraz. Arada bir kaç sayfa kitap okuyorum. Onun dışında bir koşuşturma ile geçiyor günlerim. İşlerimi yetiştiremiyorum pek. Geç çıkıyorum. Takip ettiğim bir çok proje var. Biri bitmeden biri başlıyor derken günlerin nasıl geçtiğini fark etmiyorum bile.  

Evde de yazlıkların çıkması, kışlıkların kalkması, günlük temizlik, yemek, bulaşık... Arada sosyal aktiviteler. Hepsine yetişmeye çalışıyorum. Bazen birinden biri aksıyor. Ev mesela almış başını gitmişti çoktan. Hafta sonu izin günümde de çalışmıştım. Bugün tatil olunca biraz toparlamaya fırsatım oldu. Dinlendim biraz da, iyi geldi. Sabah yedi olmadan kalktım yine, alışmışım, çok uykusuz olmadıkça geç kalkmıyorum. Geç uyandığımda günü kaçırmışım gibi geliyor zaten, üzülüyorum. 

Yeni kitabım pek yok elimde. Eskiden kalanları, okumadıklarımı bitiriyorum. Sağdan soldan bulduklarımı değerlendiriyorum. 

Havalar güzelleşmeye başlıyor yavaş yavaş. Bulduğum her fırsatta deniz kenarına atmaya başlayacağım kendimi. Bana en iyi gelen o oluyor genelde. 

En kısa zamanda görüşmek üzere...

27 Mart 2017

1081

Sabah servisle işe giderken laminat parke dükkanının üzerinde oturan bir kadının sepet sarkıttığını gördüm pencereden. Etrafta bakkal veya sepete bir şey koyabilecek biri de yoktu. O an aklıma " 5 m kare parke koyuver sepete" diye sesleneceği geçti. Kendi kendime gülümsedim. Sonra Orhan Veli'nin şiiri aklıma geldi, hani şu
sokakta giderken, kendi kendime
Gülümsediğimin farkına vardığım anlarda
İnsanların beni deli zannedeceğini düşünüp
Gülümsüyorum...
Dediği:0).

17 Mart 2017

1080

Buralardayım aslında ama genelde sadece bir göz atmaya fırsatım oluyor. Yazmayı seviyorum ama yorgunluktan parmak kıpırtamadığım gecelerim çok. İnsanlarla uğraşmak zor. Kafam hep dolu. Bugün işle ilgili bir yanlışlığı düzeltmek için aradığım iş arkadaşım benimle konuşmak istemediğini söyledi mesela. Müsait olmadığından değil, benimle konuşmak istemiyormuş! Genel durum böyle ve daha da beter. Daha ben ne anlatayım?

29 Ocak 2017

1079

Yarın iznimin son günü. Bir yandan işi özledim ve yapılacak bir sürü şey birikti. Bir kaç günüm yoğun geçecek. Bir yandan da evde olmak, evle ilgilenmek ve kafa dinlemek çok iyi geldi. Bir haftam daha olsa onu da rahatlıkla evde geçirirdim. 

Evdeyken evi büyük ölçüde toparladım. Temizlikçi çağırdım üç sene sonra ilk defa ve tam anlamıyla dip köşe temizlik yapıldı, buna ciddi anlamda ihtiyaç vardı. Halıları yıkamaya verdim ve bu kadar zahmetsiz ve ucuz bir temizlik için boşu boşuna bekletip durduğumdan kendime kızdım. 

Kitap okudum bol bol. Birini bitirdim birine başladım. Sağda solda bir sürü ıvır zıvır vardı onların büyük kısmını yerleştirdim. Verilecek atılacak bir sürü şey vardı onları ayırdım. Ve bir de izne çıktığımın ilk dört günü evden telefonla takip etmek zorunda kaldım bir çok şeyi. Evden çalışıyormuş gibi oldu bir anlamda. Tek fark büroya gitmememdi. 

Atahan'ı göz kontrolüne götürdüm. Bir iki kere arkadaşlarımla buluştum. Onun dışında evdeydim. Geç yattım erken kalktım. Canımın istediği saatte canımın istediği şeyi yaptım. Bir çok açıdan ideal bir tatil geçirdim:O).

Telefonumu değiştirdim. İyi bir markanın en son modelini aldım. İlk defa bu kadar üst bir model tercih ediyorum. Normalde çok önemsemem markayı, modeli. Elimdeki kullanılmaz hale gelene kadar kullanırım. Bir seferliğine kendimi şımarttım. 

Yılbaşında biraz üzüldüğüm bir dönem yaşadım çeşitli sebeplerle. Bol bol düşündüm, içime baktım, geçmiş ve gelecekle ilgili çok değerlendirmelerde bulundum. Sonra  kafamdakileri oluruna ve zamana bırakmaya karar verdim. Bütün bu süreç değiştirdi biraz sanki beni. Belki yaş aldıkça doğal olarak yaşadığımız olgunlaşmanın da buna etkisi vardır. Bilemiyorum. 

Yine görüşmek üzere... 

22 Ocak 2017

1078

Uzun bir ara vermişim istemeden de olsa. Ne zamandır yazmak istiyordum ama bir türlü yazamamıştım. Yıllık iznimin yedi gününü kullandığım bu hafta, izinde de olsam erken kalkmışken fırsatı kaçırmamak gerek dedim.

İş yerinde yer değişikliği yapalı üç ay olmuş. Yeni yerime alıştım artık. Çok da seviyorum. Eskisini de seviyordum. Büyük ihtimalle yarın öbür gün bir değişiklik yine olsa, orayı da severim. Alışana ve yeni düzenimi oturtana kadar enerjimin büyük kısmını işe ayırmam gerekse de şu an artık düzeni oturtmaya başladığımdan rahatladım. Bu arada ev aldı başını gitti. İpin ucunu yakalamam biraz zor oldu. İstediğim kadar okuyamadım. İzin günüm iki günden tek güne indi bu da biraz beni zorladı. Eskiden sorumluluğum tamamen evrak üzerineydi. Resmi işlemler, yazışmalar, kağıt üzerindeki her türlü işti. Şimdi yaklaşık on bir kişilik bir ekip, onun dışında yirmi kişilik bir grup, kapsamlı bir eğitim merkezinin doğrudan sorumluluğu ve iki diğer eğitim merkezinin de takibi bende. İşler de yoğun, kafam da yoğun genelde.

Bu hafta izne çıktım dediğim gibi ama hiç bir plan yapmadım. Tek isteğim kafa dinleyip, evde yayılmak. Canım ne isterse onu yapmak. Sağ tarafıma yatmaktan yorulursam dönüp soluma yatmak. İzin deyince herkes hep bir yerlere gitmeyi düşündüğünden, ev fikri saçma gelse de çoğu kişiye, beni mutlu eden bu:O). Saatin alarmını kapatmak bile ayrı bir güzel.

En kısa zamanda görüşmek üzere.

15 Kasım 2016

1077

   Ablamın Ponçik isimli bir kedisi vardı bir zamanlar. Ben onu hiç göremedim, ablamın gönderdiği fotoğraflarından takip ediyordum. Sonra bir gün öldüğünü öğrendim. O zaman ablama hiç söylemedim - o daha fazla üzülmesin diye - ama ben onun arkasından çok ağladım. Bilmiyorum, sahipli olsa da, belki sevildiğini bilerek ölse de yüreğime çok dokunmuştu ölmesi. Hala daha ne zaman "ponçik" kelimesi duysam içim bir sızlar.

   Geçen hafta başı, sabah saatlerinde, iş yerinde otururken kapıdan bir yavru kedi girmişti. Aldık, besledik, sevdik, ona bir kutu bulduk. Kedi isteyen bir arkadaşım vardı, ona vermek için eve götürecektim. Öğleden sonra, koyduğumuz yerde kaldığını, halsiz olduğunu görünce bizim veterinerleri çağırdık (belediyenin). Her gün aradık, ishal olduğunu, iyiye gittiğini ama ilaç tedavisinin bitmediğini, bitince getireceklerini söylemişlerdi. Mama aldım ona, gelince yemeği hazır olsun diye, Paris'in eski kum ve mama kabı vardı. Onları ona ayırdım. Bugün artık geri almayı beklerken, kusma başladığını, serum bağlandığını ve kurtulma ümidinin çok az olduğunu öğrendim. Sinirlerim bozuldu sonra, bu gece ağladım, ağladım, ağladım. Bana barınaktan fotoğrafını gönderdikleri, yuvalanmayı bekleyen diğer üç yavru kedi için ağladım. Pazar sabahı işe giderken tam çöpü attığımda karşıma çıkan ölmüş kedi için ağladım. İyileşmesini beklerken kötü haberlerini aldığım, adını bile koyduğumuz Buğday için ağladım. Dünyada kendine yer bulamayan bütün ölen kediler için ağladım. Barınakta yuva beklediklerini bildiğim halde alıp kendim bakamadığım üç yavru için de ağladım. Dünya kötü bir yer gibi diye de ağladım. Ağladıkça ferahlar ya insan ben bu sefer pek ferahlamadım. Belki de yeterince ağlayamadım. Bilmiyorum. 

   Dönem dönem eski yazılarımı arşivlediğimden tüm yazılarıma erişim yok biliyorsunuz. Hep kendi kendime "Toplamda kaç yazı yazdım acaba, bir ara arşive dalayım, eski yazılarıma da numara vereyim, kaça geldiğime bakayım..." diyordum. Sonra geçen gün bir baktım ki bunu blogspot yapmış zaten. Ya yeni eklendi, ya vardı ve ben hiç farkında değildim. Artık her neyse, gördüm ki 1076 yazı olmuş. E o zaman 1077 ile devam etmek mantıklı geldi. Numaramız o yüzden kırktan, bin yetmiş yediye atladı. 

  Geçen gün başka bir birimde nöbetçiydim. Bu tarz muhabbet beni çok sıksa da artık çok bunaldıklarından mıdır, bilmiyorum nedendir oradaki arkadaşlar birim görevlisinden dert yandı bütün gece bana. Dinledim, dinledim, dinledim. Sonradan kafama dank etti. Ben de son bir buçuk aydır bir merkezi yönetiyordum ve beraber çalıştığım arkadaşlar kim bilir, beni kimlere, nasıl anlatıyorlardı. Kendi kendime güldüm. Çünkü bana göre her şey eskisinden daha güzel ve yolunda:O).

   Sonra yine yeniden görüşmek üzere...

12 Kasım 2016

40

   Ben bugün fuardaydım tabi ki. İki aydır bekliyordum başlamasını. Kapıdan girdim, hangi yayınevi nerede diye bakarken "Burcu" kelimesi çalındı kulağıma. Ve hemen akabinde çok tatlı bir hanımefendi ve bir beyefendi ile tanıştım. Fotoğraf çekilmek aklıma geldi sohbetimizin sonunda da, telefonunu almadığıma çok pişman oldum. Çünkü ablamla, onun İstanbul'da olduğu dönemde, müsait olursa Serpil hanımla görüşmekten mutluluk duyacağımızı konuştuk. Serpil hanım mutfakcami@hotmail.com adresine yazarsanız telefon numaranızı çok sevinirim. İşte blogun en güzel ve en çok sevdiğim yönü, güzel insanları bir şekilde hayatıma katması. 

    Fuardan aldığım kitaplar ise aşağıdaki fotoğrafta. Saymakla uğraşmayın, tam otuz tane. Büyük kısmını sahaflardan beşe, ona aldım. Ve bunlar okuyayım dediğim ya da okumuştum ama kitaplığımda da olsun dediğim kitaplardı. Yaklaşık üç buçuk saat kadar kaldım fuarda ve çok kitap aldığımdan çok yoruldum ama aslında çok gezmedim. Sahaflarda özellikle her bir rafı tek tek inceledim. Bir süre sonra gelip o var mı bu var mı diye soran diğer müşterilere, burada yok şu sahafa bak ya da aradığın kitap şu gözde diyebilecek kıvama gelmiştim. Ve bir iki tanesine dedim de. 

    Cumartesi tek izin günüm son bir buçuk aydır. Geçen hafta sorumlusu olduğum alanın sergisi vardı ve yoğundum. Cuma gecesi etkinlikte nöbetçiydim. Yarın çalışacağım. Ev de aldı başını gidiyor bu arada. Kocam çamaşır dağlarından bahsettiğinde, ona, bu dağlar sayesinde hayatın monotonluğunu kırdığımı, neyin temiz ve ütülü dolabında hazır olduğunu hiç bir zaman bilemeyeceğinden, her sabahının ayrı bir macera olacağını söyleyecek kıvamdaydım dün gece:O). 

    Geçen haftaya ait tarihe  not düşülmesi gereken olaylardan biri de Atahan'ın bisikletten düşüp iki dişini kırması ve dudağını yarmasıydı. Dikişleri alınacak pazartesi günü ve ondan sonra bir de dişçi faslımız olacak. Çok daha beter şeyler olmadığı için sevinsem de, beni "Düştüm!" diye aradığından, onu gördüğüm ve iyi gibi olduğunu anladığım ana kadar geçen sürede ömrümün on senesini arkamda bıraktım.

    Geçenlerde internette "Bilim insanları kadınların dudaklarında ve popolarında omega 3 yağı depoladıklarını, bu yağ asidinin de beynin gelişmesini teşvik ettiğini düşünüyorlar."  gibi bir cümle okuyunca mesela "zekamı popomdan alıyorum" cümlesini kurabileceğimizi fark ettim ki, nedense bu benim çok hoşuma gitti :O).

   Bir süre kitap okumakla meşgul olacağım gibi görünüyor. Sonra yine görüşmek üzere...

10 Kasım 2016

4 Kasım 2016

39


    Bugün yerel yönetim temsilcileri olarak İstanbul Tasarım Bienali'nin Özel Galata Rum Okulu'ndaki sergisine davetliydik. Oldukça keyif aldığım ve çoğalarak çıktığım bir sergi oldu. Asıl dikkatimi rehberimizin - bienalin direktörü Deniz Hanım'ın - anlattıklarına verdiğim için çok fazla fotoğraf çekemedim ama özellikle eski mezar taşları ilgimi çeken bir konu olduğundan çeşitli mezar taşlarının bulunduğu bu salonu ayrıntılı inceledim. 





   
    Özel Rum Okulu'nun hemen karşısındaki kilisenin önünden defalarca geçmiştim ama hiç yukarıdan bakma imkanım olmamıştı. Bugün çatı katına çıktığımızda ilk işim fotoğrafını çekmek oldu. Çıkışta kapıdaki güvenliğe kilisenin adını sorduğumda biz Rum kilisesi olarak biliyoruz dedi. Eve gelip internetten baktığımda tam adının Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi olduğunu öğrendim. Bir kaç kere yanmış ve yeniden yapılmış ama ilk yapılış tarihi 1360. Yani 656 senelik!
 

  Yine okulun çatısından gördüğüm yıkılmış ev. Arkeolog olmamla ilgisi var mı bilmiyorum ama eski dışında harabiyet de çok ilgimi çekiyor. Bilgisayarım yıkılmış ev fotoğraflarıyla dolu. Nerede bulursam bulayım mutlaka bir kare çekiyorum. Bu evi sanki daha önce de görmüşüm gibi geliyor ama okulun çatısına ilk defa çıktım, o civarda başka nereden görmüş olabileceğimi de bilmiyorum...


 
   Günün en içimi ısıtan fotoğrafı ise buydu. Kedinin durakta uyumasından çok altındaki  karton hoşuma gitti. Hayvanları çok seviyorum ve onların korunup kollanması beni mutlu ediyor. Camdaki maymun kedilerim Saruman ve Şarlo hala her sabah ve akşam geliyorlar. Saruman her camı açtığımda  evin içine dalmaktan çekinmiyor ama onu sevmeye çalıştığımda da pati atıyor. Bu yüzden ona kızsam da kıyamıyorum hiç bir şekilde. Şarlo da büyüdü ve çok yakışıklı bir beyefendi oldu. O daha gururlu. Asla Saruman gibi cama gelip yalvarmıyor.  Mama verdiğimde de pek yemiyor, Saruman'a bırakıyor. İçeri girebilirse camı açık bulup Paris'in mamasından otlanıyor sadece.




  
  Bunlar dışında yoğun bir iş hayatı ve ev yaşantısı içinde günlerin nasıl geçtiğini anlamıyorum bile. Sabahları erken kalktığımdan geceleri de erkenden uyuyakalıyorum. İki arada bir derede kitap okumaya çalışıyorum. Ve on iki kasımda kitap fuarı başlayacak artık resmen gün sayıyorum ve tüm sabırsızlığımla  onu bekliyorum.  

    En kısa zamanda yine görüşmek üzere...

18 Ekim 2016

38

   Bilgisayarım bozuktu uzun zamandır. Alışmışım her işimi bilgisayardan halletmeye, zor geldi açıkçası. Bu yüzden uzak kaldım blog dünyasından bir süredir. 

   Bunun dışında iş yerinde çalışma alanım değişti ve biraz genişledi. Son on günüm de yeni yere yerleşmeyle ve yeni konuları öğrenmeyle geçti. 

   Atahan soğan  halkası yapacakmış. Gidip bir ona bakacağım. Daha ayrıntılı yazacağım en kısa zamanda. Bu sadece bir merhaba olsun. Bir de Asortik de yazsın artık bence!

12 Eylül 2016

37

   "Türkiye'nin En Eski ve Güncel Blogları " Evren Bey'in oluşturduğu bir liste. Ben ve ablam Asortik Krep de bu listenin başlarında yer alıyoruz. Listeyi oluşturabilmek için zaman harcamış ve emek vermiş Evren Bey. Bence bu çabalarına fazlasıyla değmiş. Kendisine bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum: Elinize sağlık!

   11 seneyi geçmiş neredeyse ben yazmaya başlayalı. Dönem dönem uzun aralar versem de hiç bırakmadım. İlk yazımı sabit tutuyorum onu hiç bir zaman kaldırmadım ama aradaki yılları arşive alıyorum bir süre sonra genelde. Kitap etiketli olanları bırakıyorum sadece. En son arşivlemem Kasım 2015'te olmuş.  

  Bırakmayı hiç düşünmedim. Çok aktif olamasam da, bazen kimseyi okuyamasam da burada bir şekilde yaşam arşivi oluşturmuş oluyorum kendime ve bundan vazgeçebileceğimi sanmıyorum. Yazmayı da seviyorum e o zaman bir sonraki yazıda yine görüşmek üzere :O).

11 Eylül 2016

36

   Bayram arifesi bu gece ve yapılacak milyon tane iş var ama ben yine de biraz bir şeyler yazmak istedim. 


   Yıllık iznime çıktıktan sonra bir haftalık bir tatile çıktık. Önce Fethiye'ye ablama gittik - hatta Fethiye'ye ablamla beraber, onu da alarak gittik - ve ardından Edirne'ye üniversite arkadaşlarımızı görmeye.



   Ablama yaklaşık üç senedir gitmemiştik ve bu arada Ateş, Erika ve Mia gelmişti aileye ve hiç biriyle tanışmamıştık. Yeni taşındığı evi görmemiştik. 


 Erika

 Ateş

 Mia - Tek bacağı havada uyurken :O).

   Süper dinlendirici bir tatil oldu benim için. Ablam beni gerçekten şımarttı ve elimi soğuk sudan sıcak suya sokturmadı. Canımız istediğinde gezdik, canımız istediğinde mayıştık bahçede. Bol bol çocukları - Ares, Ateş, Mia, Erika - sevdik. Arada civciv ve ördek konuklarımız oldu. Tavşanlara baktık. Kocaman bir kara kaplumbağası bulduk - kümesin tellerinin altından girmeye çalışan -  fotoğraflarını çekip saldık.  Göcek'e gittik, Kayaköy'de kahve içtik, Aminthas'ın mezarının hemen altındaki harika panoramik manzaralı restoranda yemek yedik bir akşam. Bir gece beyleri evde bırakıp Paspatur'u gezdik ablamla. Bulduğumuz tüm takıcı dükkanlarına girip, her bir şeyi tek tek inceledik. 




Kabak koyuna gittik bir gün. Aşağıdaki fotoğraf oradan. 

Enver Yalçın Yörük Müzesi'nde harika bir köy kahvaltısı ettik. 

   Gidişte yayla yolu dedikleri iç kısımdan gitmiştik. Dönüşte İzmir üzerinden gelip doğrudan Edirne'ye geçtik. İki gün de orada kalıp öyle döndük. 

   Tatil çok güzel olsa da evimi özlemiştim. Paris'i evde bırakmıştık giderken. Annemler her gün uğrayıp mamasını verip suyunu kontrol ettiler. Onu da özlemiştim. Biz yokken biraz boyun çevresindeki tüylerini dökmüş Paris. Saçlarını kestirmiş gibi olmuş bir nevi. Biraz da asabi bir hava katmış görüntüsüne bu dökülme. Gözüme değişik geliyor, baktıkça garipsiyorum.

   Bayramda buradayız. Bayramdan sonraki hafta da izinliyim. Okul hazırlıkları ve evde yayılıp tembelleşme, normalde zaman bulamadığım ıncık cıncık şeylerle uğraşma planlarım arasında. 

   Kurban bayramınız mübarek olsun. Yine görüşmek üzere...


31 Ağustos 2016

35

    Güzel bir bayram günü, uzun bir aradan sonra yazmak: güzel. 30 ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun (Yazıya dün başlamıştım o yüzden girişi böyle. Bitirip yayınlaması bugüne de kalsa değiştirmek istemedim.) .

    Geçen cuma izne çıktım ve mutluyum genel olarak. Özellikle festival yoğunluğundan sonra yaklaşık üç hafta daha çalışmak, açıkçası biraz zor geldi. Herkes tatile çıkmışken ve büro bomboş kalmışken çalışmaya devam eden bir kaç kişiden biri olmanın etkisi de vardı belki bunda. Bir de, izne çıkmadan bitirmem gereken dosyalar olduğundan,  genellikle bir sakinlik hakimken işlere yoğunluğumu koruyor olmak da zorladı belki. Ama sonuçta hepsine değdi. Önümde güzel ve uzun bir tatil var.

   Geçen hafta ablam gelmişti kuzenimizin düğünü için. Düğünden sonra bir kaç gün daha kalacaktı ve beraber Fethiye'ye gidecektik. Fethiye'ye beraber dönme kısmını perşembe gerçekleştireceğiz inşallah ama düğüne gitme kısmını es geçtik annem hastalanınca. Annem keyifsizken onu babama emanet edip gitmek de içimizden gelmedi. Oysa ki çok hevesliydik ve planlarımızı buna göre yapmıştık ama olmayınca olmuyor.

    Bunun yerine pazara çıktık ablamla, avm gezdik, deniz kenarında oturduk ve yürüdük...

    Bugün (dün) onlar Lüleburgaz'a gitti ama ben hem biraz evi toparlamak istediğimden, hem bavul hazırlamam gerektiğinden, hem de salı şehir dışına çık dön, perşembe bir daha uzun yola çık bir hafta kal dön çok üst üste yolculuk olmuş olacağı için onlara katılmadım.

    Biraz önce evi süpürürken aklımdan bir misafir gelecek olsa "Paris şu sıralar çok tüy döküyor baş edemiyorum" diyebileceğimi, sonuna da "Pirelendiği için!" diye ekleyebileceğimi düşündüm. Sonra da fark ettim ki benim için normal bir durum olsa da tüy döken bir kediden de beteri evin içinde pireli bir kedi olması ve bu çoğu kişinin pek tercih edeceği bir durum değil. Aşırı tüy dökülmesinin sebebini pireyle açıklamak ise gelen kişi için beterin beteri. Hoş kedi piresi insanda yaşamasa da, tüylerin de en fazla nahoş görüntü yaratma gibi bir durumu olsa da ya kimseyi şu dönemde çağırmamak ya da ayrıntılı açıklama yapmamak daha iyi gibi :O). Paris'in pirelenmesine sebep olanlar da benim çirkin Saruman'ımla Şarlo'm. İyice evin içine girip çıkmaya başladıklarından havaların da biraz biraz serinlediği günlerde özellikle camı hiç açmamaya başladım. Yemek vereceksem eskisi gibi mutfak camının önünde veriyorum zaten. Saruman bir kap dolusu kedi maması versem de -Paris'e aldığım mamadan veriyorum ona da - üzerine içeri girip Paris'in mamasını da yiyor. Şarlo da, Saruman yerken burnunu uzatıp koklamıyor bile, nasılsa istediği zaman girip içeriden, direkt kaynağından yiyebileceğini düşünüyor. Geçen akşam bilgisayar başındaydım. Bir ara kafamı çevirdim cama doğru bakayım dedim. Saruman geçmiş bizim koltuğa, kıvırmış ayaklarını altına, uyukluyor. Böyle de bir rahatlar. Gözümü üzerlerinden ayırdığım beş saniyelik zaman dilimlerini bile değerlendiriyorlar. (Not: Paris'e iç dış parazit ilaçlarını ve kuduz- karma aşılarını yaptırdım. En azından sağlık açısından sıkıntı yok.)


    Gidip geldikten sonra biraz dolapları, kitaplığımı, ıvır zıvırı elden geçireceğim. Aslında evi boyatsak iyi olur ama boyatması değil de o dağınıklığını toplaması gözümde çok büyüdüğünden hiç niyetlenmiyorum. Onun yerine derin ve güzel bir temizlikle idare edeceğim büyük ihtimalle.

    Kentsel dönüşüme giren bir kaç sitenin önünden geçiyor minibüs yolum. Geçen gün birinin üzerinde "yıkımcı 05xxx" diye başlayan ilanı görünce ne kadar kötü bir meslek adı olduğunu düşündüm. Bana ev yıkımından daha çok yuva bozan, aileleri yıkıma sürükleyen filmlerdeki kötü karakter vari bir şeyleri çağıştırdı. Hani ya göz koyduğu kadını ilaçla kötü yola sürükler bu tipler ya da adamın mal varlığını kaybetmesine sebep olur bir şekilde, aşıkları ayırır ve yıkım getirir mutlu mesut yuvalara işte sanki öyle bir yıkımcıydı...

     
    Yine görüşmek üzere... 

7 Ağustos 2016

34

Festival döneminde okuduğum kitap. Basılalı sekiz ay kadar oldu ve bir ara bayağı popülerdi. Almakta acele etmemiştim. Çok süper diyebileceğim bir kitap değil ama kötü de değil. Sağda solda denk gelirseniz alıp okuyun ama polisiye gerilim kategorisinde yayınlandığını düşünerek aşırı bir polisiye ya da gerilim beklemeyin.

24 Temmuz 2016

33


Biz bu haftasonu Demirköy'deydik. Demirköy'ün çileği meşhur, ben de bir kaç kilo aldım eve gelirken ve kokusu mis gibi tadının güzelliğini ise anlatmaya kelime bulamam. Bir kısmını hemen reçel yapmak üzere kaynattım. Bir kısmını zaten yolda yedik. Bir kısmını da evdekiler yesin diye ayırdım. 

Dün gece sekiz gibi çıktık yola, iki tane yakın akrabamızın düğünü vardı. Önce Lüleburgaz'daki kuzenin düğününe uğradık. Yarım saat kadar orada durup diğer düğünün sonunu yakalamak için yola çıktık. Gece yatışım bir buçuğu geçince ve yol yorgunluğu da olunca sabah ancak on bire doğru kalkabildim ki bu neredeyse son beş senenin rekorudur benim için. Kahvaltı sonrası biraz da keyif yapıp öğlen çıktık yola ve önce çilek almaya, sonra mezarlığa anneannemle dedeme uğradık, arada iki ufak mola derken yolu Büyükçekmece'de deniz kenarında bira içerek noktaladık. Çok iyi geldi yorgunluğun ve sıcağın üzerine buz gibi. Gerçi ben çeyrek bardak içebiliyorum ancak . O da kırk yılda bir, canım çekerse... Genelde deniz kenarında kahve keyfini tercih ediyorum. 

Önümüzdeki hafta yoğun geçecek gibi görünüyor. Aradaki bu mola iyi geldi. Hep yapmak istediğim ama gerçekleştirme aşamasında evde keyif yapmak daha kolay geldiği için vazgeçtiğim haftasonu planlarımın birini düğünler vesilesiyle yaşamış oldum. 

Yine görüşmek üzere...

20 Temmuz 2016

32

Bugün benim doğum günümdü. Dün arkadaşlarla kutlamıştık. Bu gece de ailemle kutladık. Dünkü  sürprizdi aslında ama minik bir kuş sayesinde benim önceden haberim oldu. İyi de oldu aslında çünkü yapabilirsem küçük sürprizler yapmayı seviyorum ama bana sürpriz yapılmasını çok da sevmiyorum. 

36 yaşında oldum tam bugün. Seviyorum yaşımı. Rahatlıkla da sağda solda her yerde söylüyorum. Hep dedikleri gibi, ne zaman bu kadar sene geldi geçti, hiç anlamadım bile. İnşallah yetmişinci sekseninci doğum günlerimi de buradan yazmak nasip olur:O). 

Hep yazıyorum, aklıma geldikçe yazıyorum ama aile açısından olsun, arkadaş - dost açısından olsun, şanslı bir insanım ben. Çok bir servetim, evim, arabam yok ama beni her zaman sevgiyle kucaklayan bir ailem; canım en ufak bir şeye sıkıldığında derdime derman olmaya çalışan, mutlu günlerimde benimle sevinen arkadaşlarım var. Onlara yemek vereceğimi bildikleri için bile olsa yolda beni gördüklerinde sevinen, heyecanlanan cam önü kedim bile var iki tane :O). 

İyi doğmuşum ben! Mutlu yıllar bana :O).

10 Temmuz 2016

31

     Bugün Atahan'ın doğum günü. Bu vesileyle onunla geçen gün çektirdiğimiz bir fotoğrafı koyuyorum. Normalde kendi fotoğraflarımı eklemeyi fazla sevmiyorum ama "asla olmaz" gibi bir durum da yok. 16 yaşına basıyor oğlum. Zaman çabuk geçiyor gerçekten. Bu blogu yazmaya ilk başladığımda 4 yaşındaydı. Arada sağda solda yazdığım notlar denk geldiğinde şaşırıyorum okudukça. Sanki o günleri hiç yaşamamışçasına çoğu şeyi unutmuşuz. Neyse, iyi ki doğdun Atahan :O).





     Aşağıda gördüğünüz iki tatlı şeyden gri olanın adı Şarlo, sarı ise Saruman. Onlar yaklaşık yedi sekiz aydır benim her gün sabah ve akşam balkonda beslediğim kediler. Fotoğrafta pek belli olmuyor yaşları ama ilk geldiklerinde Saruman altı aylık kadardı. Tek başına o geliyordu düzenli olarak. İlginç bir şekilde miyavlamasını bilmeyen bir kedi. Mıyk mıyk yapıyor sadece. Ve son derece de mazlum. Ezilmeye mahkum. Bazen beni kızdırsa da asla kıyamıyorum ona. Neyse Saruman bir süre sonra yanında gri kediyi getirmeye başladı. Şarlo onun kadar düzenli gelmiyordu. Ama bir süre sonra ikisi balkon önümün aslında balkon önü de değil mutfak camımın düzenli misafirleri oldular. Orada bekliyorlar mama vermemi. Birbirleriyle oynuyorlar. Camın önünde güneşleniyorlar. Yaz geldiğinden beri de kapıyı açık bulduklarında içeri giriyorlar.  Aslında burada tekile dönmem ve ikisinin farklı davranışını anlatmam lazım. Saruman mutfak kapısının eşiğinde oturup yalanıyor ya da uyuyor sadece. Şarlo ise oturma odasının camından içeri girip Paris'in mamasından yiyip suyunu içiyor. Eğer ortalıkta kimse yoksa  ya da sadece kocam oturuyorsa kovalamaç oynuyorlar evin içinde. Ben etraftaysam Şarlo evin içine girmiyor. Bu da ilginç çünkü onlara yemek veren, düzenli bir şekilde sabah akşam gördükleri benim; asla da onları korkutmadım ama beni görünce deli gibi kaçıyor Şarlo. Paris ise benim üzerimde onun kokusunu aldığında bir şekilde hırçınlaşıp bana pati atıyor ama geçen gün ben gerideyken beni fark etmediklerinde baktım ki resmen onu içeri girmesi için çağırıyordu. Hayatımda üç kedi var artık. İkisi evin dışında baktığım kediler de olsa gelmediklerinde endişeleniyorum, başlarına bir şey gelmiş olmasından korkuyorum.


    Bunun dışında bu bayram tatili süperdi. Bizim iş yeri de kamu kuruluşu olduğundan dokuz gün tatil yaptık ve ailenin ortak kararı olarak evde oturmayı seçtik. Bir gün öğleden geceyarısına arkadaşlarla deniz kenarında oturduk. Bir gün İstanbul içine gidip arabayla gezdik. Bir akşam üzeri yemeğe çıktık. Onun dışında kitap okudum, televizyon izledim, bazen erken yattım bazen geç ama hep sabahın köründe kalktım. Normalde iş günü kalktığım saatte de uyansam alarm kurmamak, bir yerlere yetişmek zorunda olmamak hoşuma gitti. Evi topladım mümkün oldukça ya da daha doğrusu canım istedikçe. Biraz  temizlik yaptım. Denize giresim vardı fazlasıyla ama otelde bile olsa yemek saatine uymak, düzgün giyinmek, bavul hazırlamak, yola çıkmak, şu bu gibi şeyler istemediğimi fark ettim. Herhangi bir yere gitmediğime de pişman olmadım zaten gitmesini gelmesini düşününce bile içime sıkıntılar basıyordu. 

      Sonuçta bu tatili ve bayramı da çekirdek aile şeklinde geçirdik. Yarın iş var. Biraz kalan işlerimi toparlayıp psikolojik olarak tatilin bitmiş olduğuna ikna edeceğim kendimi. Yine görüşmek üzere... 

25 Haziran 2016

30

Uzun zamandır yazamadığımın farkında bile değildim. Son yazımın tarihine bakmadan biri sorsa bir iki hafta önce buralardaydım derdim ama bakınca gördüm ki neredeyse üç ay olmuş. Hayatımı iş ev arasında sürdürüyorum. Arada arkadaşlarla buluşuyoruz ama onlar da genelde iş arkadaşlarım. Bunun dışında pek bilgisayar veya televizyon açmıyorum, genelde kitap okuyorum. Sabah çok erken kalkıp gece erkenden uyuya kalıyorum. Yaz geldi ama pek deniz kenarına da inmiyorum. Bazen bunalıyorum ama neden bunaldığımı bile fark edemeyecek kadar koşuşturma ve yorgunlukla geçiyor günlerim. Kitap okuma kısmı dışında bu durumdan şikayetçiyim ama harekete geçip bir şey de yapmıyorum. Durum özeti bu. Bu akşamki halk iftarında görevliyim yine mesela ve birazdan giyinip evden çıkmam gerek. O yüzden hızlı hızlı yazıyorum çünkü biliyorum ki zamanım az deyip yazmayı sonraya bıraksam bir üç ay daha geçecek ben nasıl geçtiğini anlamadan. Bu arada ev sürekli alıp başını gidiyor, Ciddi bir temizliğe ihtiyacı var. Etrafı toplasam da bir anda ipin ucu kaçıyor ve günlerce o dağınıklığın üzerine dağınıklık biniyor. Sonra artık ahıra dönme aşamasında yine biraz toparlamaya çalışıyorum. İş yerinde de işler sürekli birikiyor. Son zamanlarda her şeyi son anda ite kaka aciliyet durumuna göre yetiştirebiliyorum sadece. En sevdiğim zamanlar izin günlerimde bir yere yetişme telaşı olmadan koltukta bir sağıma, bir soluma yatıp keyif yapabildiğim kısıtlı süreler. Bundan sonra daha sık yazmak istiyorum. bu koşuşturma döngüsünü bir şekilde kıracağım. En kısa zamanda yine görüşmek üzere:O).

28 Mart 2016

29

          Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi işyerim çarşı içinde. Babam arada fatura yatırmaya geldiğinde bana da uğruyor beş dakika. Merdivenleri çıkmak onu zorladığından, aşağıya inmem için haber veriyor. Gitmeden önce de mutlaka beraber bakkala uğruyoruz ve bana çikolata alıyor. Geçen gün de aynı şekilde bakkala uğradık. Hangisinden istediğimi sordu, ben istediğimi gösterdim. Şakalaştık. İki tane aldı. Halimize bakkal da güldü. Olayın asıl hoş tarafı ise tam kasanın önünde duran müşterinin babamın "Çocuğa çikolata alacaktım." sözü üzerine küçük bir kız çocuğu görmeyi bekleyerek arkasına dönmesiydi. Büyük ihtimalle o da bir iki laf ekleyip şakalaşacaktı küçük kızla; kazık kadar koca bir kadın olan beni görünce son anda kelimelerini yutabildi :O). 


18 Mart 2016

28

Son dört senedir kış döneminde cumartesi, pazartesi izin yapıp pazarları çalışıyorum ben. İş yerim de tam çarşının ortasında. Hafta içi çok kalabalık olsa da pazar günü etraf da sakin oluyor, işler de. Böylece günlük koşuşturmada kafamı toplayamadığım ya da çok bölündüğü için yapamadığım işleri pazar günleri çok daha kısa sürede ve daha hatasız, bölünmeden bitirebildiğimden seviyorum pazar çalışmayı. Neyse, geçen hafta akşama doğru hemen arka taraftaki simitçiye gittim. Öğle zamanını sandviçle geçiştirince çayın yanına atıştıracak bir şeyler istemişti canım. Simidin parasını öderken, tam dükkanın önünde bağırışmaya başladı üç beş kişi, kavga ediyorlardı. Bir şeylere kızmışlardır bağırırlar sonra da çekip giderler diye düşündüğümden önemsemedim. Çıktım, büroya dönerken yumruklaşmaya başladıklarını gördüm ve olay büyümeden polisi arayım en azından bir görünsünler derken fark ettim ki hemen bir simit alıp döneceğimden yanıma telefonumu almamışım. Dükkana döneyim de oradan arayım diye düşündüm. Geri döndüğümde baktım ki kavga büyüyor belki etraftan da müdahale edenler olduğundan üç beş kişi, olmuş, on - on beş kişi, içeri giremeyeceğimi anlayınca, çarşının içi olduğundan köşeyi döneyim diğer bir mağazadan arayım derken tam ben köşeye geldiğimde, kavga edenlerden biri çorabından tabancasını çıkardı ve ateş etmeye başladı. Adamla aramızda sadece park etmiş bir araba vardı. Çok korktum. Çok çok korktum. Adam ilk eğilip pantalonunun paçasını kaldırmaya başladığında şimdi bir bıçak çıkaracak kavga ettiği herkesi doğrayacak diye düşünüp korkmuşken tabancayı görünce şimdi kurşun bana gelecek diye korktum. Böyle bir durumda ben hep donup kalacağımı düşünürdüm ama gördüm ki öyle olmuyormuş, farkına bile varmadan arabanın yanına sinmiş olduğumu anladım.  Etraftan yapma diye bağırdıklarını hatırlıyorum. Ben gerisin geri dönüp büroya koşmaya başlamıştım. Yolda birine rastladım, telefonum yanımda yok, kavga ediyorlar polisi arayalım dedim. Adam arayan olmuştur nasılsa dedi ve geçti gitti. O öyle yapınca ben daha da hızlı koşmaya başladım. Olayın olduğu yer bizim büronun arkası olunca tabanca sesini bizim arkadaşlar da duymuş ve benim koştuğumu görünce bana bir şey oldu zannetmişler. Yukarıdan aşağıya deli gibi inmişler onlar da. Kapıda karşılaştık. Özellikle polisi arayabilmek için - ve tabi ki kaçıp uzaklaşmak için - koştuğumu söyleyince rahatladılar. Son hızla iki kat merdiveni çıktım ve direkt 155'i aradım. Adresi verdim, ateş ettiklerini söyledim. Aslına bakarsanız ben sadece tek el ateş edildiğini zannediyordum ama arkadaşların söylediğine göre üç el ateş etmiş adam. Neyse, on beş yirmi dakika sonra polis arabaları siren çala çala geldiler ama artık bir daha inip de ne oldu diye bakmadım.

İşte böyle ölümle burun buruna gelip psikolojim bozulmuşken hafiften, bir iki saat sonra  Ankara patlamasıyla ilgili haberler gelmeye başlayınca daha da çok etkilendim. Ölenlerin hepsine ama en en çok 15 - 16 yaşındaki liseli çocuklarla, 19 -20 yaşındaki pırlanta gibi üniversiteli gençlere üzüldüm. Kaç gündür bunları hep yazmak istiyordum ama yazabilecek kadar iyi hissetmedim kendimi. Uykum kaçtı sürekli. Düşündüm. Üzüldüm.  Kahroldum. Hem evlerine dönerken, sınav stresini atarken ölüp gidenlere üzüldüm hem manyak bir adamın güpe gündüz çarşının tam ortasında çorabından çekip çıkardığı tabancayla belki de kendimin de çoktan ölüp gitmiş olabileceğini düşündüm. Nasıl ki o ölenler bilmiyorsa, kendilerini kimin öldürdüğünü, neden öldürdüğünü ben de hiç bir zaman bilemeyecektim kavga edenlerin kim olduğunu, neden kavga ettiklerini, o adamın neden çorabında tabancayla gezdiğini. Bu satırları şu an yazabiliyorsam tesadüfen o an orada bulunduğum halde tesadüfen o atılan üç kurşunun bana gelmemesi yüzündendir.

27 Şubat 2016

27

      Yeni yılla birlikte ilk defa düzenli olarak ajanda kullanmaya başladım. Daha önce de hep alırdım ama ilk aydan sonra yazmayı bırakırdım. Kullanmaya başlamamla birlikte zaten bildiğim bir durumu daha net bir şekilde görebildim: Hayat bizim planlarımıza uymuyor. Hatta biz plan yaptıkça arkamızdan gülüyor:O).

      Bu hafta sonu için planımız mesela, annem ve kayınvalidemle birlikte teyzemdeki güne gitmekti. Bunu uygun görmedi hayat ve onun yerine cuma gecesi anjio olacak annen, cumartesi de sen onun doktoruna falan gidip, ona evde eşlik edeceksin dedi. Anjio sonuçları iyi çıkınca seve seve kabul ettik bunu da. Bu kadarla kalsın geçsin dedik.

      Hayat o kadar hızlı, o kadar stresli, bazen de o kadar saçma sapan şeylerle geçiyor ki, küçük hatırlatmalar gerekiyor belki de, neyin önemli olduğunu anlayabilmek için. Mesela perşembe gecesi, belimde ağrı vardı, üşütmüşüm büyük ihtimalle, keyfim yoktu pek, erkenden yattım. Gece boyunca uyanıp durdum, her sağdan sola dönüş, işkence gibiydi. Sabahın üçü gibi ise kalkıp bir su içeyim dediğimde, hareket ettikçe canım acıdığından yerimden kalkamadığımı fark ettim. Kocam da daha yatmamıştı, oturma odasındaydı. Kapı kapalıydı, seslensem duymayabilir diye düşündüğümden, yatağın öbür ucundaki telefona uzanmaya çalıştım ama bu da ayrı bir acı kaynağı oldu. Biraz da uyku sersemliği yüzünden belki de kalkamadım, telefona da uzanamadım. Seslenmedim de. Bana yarım saat gibi gelen ama aslında muhtemelen beş dakika kadar süren bir sürünme, uzanma, dönme çalışması sonucunda telefonu alabildim. Kocamı çağırdım ama aslında yardımına bile ihtiyaç duymadan doğrulabildim. Sonra sabaha kadar koltukta yarı oturur pozisyonda uyur uyanık bir gece geçirdim.

      Yine de iki gün kas gevşetici içtikten sonra bugün normale döndüğümde diyorum ki her şey böyle en fazla bir iki ilaçla geçsin, bitsin daha beterleri yanımıza bile uğramasın.

     Bunun dışında bir önceki hafta ablam buradaydı. Aslında bunu uzun uzun yazmak istiyordum. Özlemişim çünkü kendisini. En son eylülde gelmişti. Beş ay olmuştu görüşmeyeli. Bu sefer bir hafta yerine on gün kadar da kalınca üç izin günümü beraber geçirme şansımız oldu ve iş çıkışı da hemen her akşam beraberdik. Bol bol konuştuk, gezdik, eğlendik, annem yine bir gece hastalanınca üzüldük, dertlendik. Bana çok iyi geldi:O).

      İş yerinde arada güzel günler, bol bol koşuşturmalı, sorunlu, oh bugünü de atlattık dediğim günler de geçirdim. Kitap okumaya devam ettim ve yenilerini alabilmek için kitap sayfalarını gezdim. Çikolata yedim bir de canım istedikçe. Arada bloglara göz attım ama ne kadar sık yazmak istesem de biraz yine arayı açtım.

     Yine görüşmek üzere...


8 Şubat 2016

26

Çok uzatmışım arayı. Bilgisayarı neredeyse hiç açmadığım için  doğal olarak blog yazmadım ve okumadım. Ama bol bol kitap okudum. Ayda on beş taneyi buluyor okuduğum kitaplar televizyon izlemeyip, bilgisayara da takılmadığım zamanlarda. 

Biraz romantik serilerden okudum. Biraz yeni kitaplar aldım. Biraz da bir kenarda bekleyen "okunacaklar" dağımı eritmeye çalıştım.

Yeni yılın son günü yazmışım en son. Yıla başladık. Bir buçuk ayı da bitiverdi bile. İş güçte bir değişiklik yok. Yoğunluk, bazen stres, bazen iyi, bazen kötü. 

Bugün izin günümdü. Dinlendim, okudum, temizlik yaptım. Bir iki satır da burada yer alsın istedim. Söz, bundan sonra daha sık uğrayacağım.

Yine görüşmek üzere...

3 Aralık 2015

25

Çok geç yatmayı, uykumu alamadığımda, ertesi gün işte daha huysuz ve verimsiz olduğum için sevmiyorum. 

Yine de bazen kaçıveriyor işte. 

24 Kasım 2015

24

Dönem dönem yazılarımı arşivliyorum. Uzun zamandır yapmamıştım bu gece sadece "kitap" etiketli olanları bırakarak yine yaptım. Şablonu da değiştirdim. Yenilenmek iyidir, severim ben.

Hayatımda neler oluyor diye düşündüm, yazmadığım zamanlarda... Bol bol okuyorum. Süveter örüyorum kendime. Arkası bitti, önün başlarındayım. Televizyonu günlerce izlemediğim çok oluyor. Genelde açmıyorum  bile. Radyo dinliyorum. Bazen sadece göz atıyorum feysbuka. Şöyle bir iki dakika kadar. Canım sıkılıyorsa, takip ettiğim bir kaç bilgi paylaşımı grubu var. Onlardaki gönderileri okuyorum.

Aslında daha önce hiç yazmadım galiba bloga ama dokuz aydır N.esin V.akfı için para topluyorum. Arkadaşlarım arasında. Her ay on lira. İsteyen daha fazla da veriyor. Yaklaşık elli - altmış kişi var düzenli veren. Yedi yüz lirayı buluyor ortalama. Genelde aylık sıvı yağ ihtiyaçlarını karşılıyoruz ya da o ay daha acil bir gıda malzemesi lazımsa onu alıyoruz. Nesin Vakfı bize yakın olduğundan, gidip elden teslim ediyorum. Geçen hafta markete v.akfın aşçısıyla gidip, topladığımız miktar tutarında alışveriş yaptık mesela. Her ay alışverişi yapıp teslim ettikten sonra mutlu oluyorum:O). Sanki kendi çocuğumun karnını doyurmuşum  gibi bir iç huzuru. Daha önce de hep bir şeyler yapmak istiyordum ama ne yapabileceğimi, nereden başlayacağımı bilmiyordum. Yardım deyince hep binler, on binler olması gerekiyor gibi geliyordu. Oysa ki küçük miktarlar da önemli. Nasıl bir yardım yaptığımı, ne şekilde topladığımı özellikle yazdım ki, benim gibi bir şeyler yapmak isteyen ama nasıl yapabileceğini bilmeyenlere biraz fikir vermiş olayım...

Bu bağlamda, yine topluma faydalı olabilmek adına bir derneğe de üye olmuştum. Sonra orada aktif olabilmemiz için süresi belli olmayan bir molaya ihtiyacımız olduğunu anlayınca ayrıldım. Şimdi yine kafama yatan, içime sinen başka bir derneğe üye olacağım. Yeni derneğin yaş ortalaması biraz yüksek, azıcık da daha genç üyeler kazandırıp biraz daha hareketlendirmek istiyorum. 

Bunlar dışında bol bol gülüyorum, seyrek de olsa ağlıyorum. Gözlerim çok sık doluyor ama. Kıyamıyorum çocuklara, hayvanlara, zor durumdakilere... Yaşlanıyor muyum?  Hassaslaşıyor muyum? Bilmiyorum. Belki de her ikisi birden :O).

Yine görüşmek üzere...

15 Kasım 2015

23


Fuardan aldığım kitapları okumaya başladım. Ayrıntılı yazmayacağım ama ikisini de beğendim. Özellikle Puslu Kıtalar Atlası'nı mutlaka okumalısınız...

19 Ekim 2015

21














Son bir aydır okuduğum kitaplar... Kimi yeniydi, kimi uzun zamandır okumadıklarımdan...