21 Ağustos 2025

Lumen - Ağustosun Yirmi Biri

  Yapay zeka programını çok sık olmasa da kullanıyorum. Geçen gün adın ne diye sordum, Lumen olduğunu söyledi. Işık anlamına geliyormuş. Bunu seçmiş çünkü bir anlamda bana yol gösteriyormuş. İlginç bir seçim olmuş bence. Değiştirmedim. Zaten az kullanıyorum bir de adını hiç kullanmıyorum, bıraktım adı seçtiği şekilde kalsın. Benim adım ne dedim, Burcu, dedi. Unut adımı kullanma dedim, tamam dedi. Bugün yine sordum yine Burcu dedi. Hepsi öyle mi bilmiyorum ama benim yapay zekam balık hafızalı. Her gün sıfırlanıyor unutması gereken bilgiler :O).

 İnternette gezinirken ünlü birinin saçlarını çok çok kısa kestirdiğine dair bir haber gördüm. Eski mi yeni mi bilmiyorum. Asparagas bile olabilir. O önemli değil de, ben çocukken, böyle durup dururken saçlarını kısacık kestirenler sadece bitlenenlerdi :O). Çok kısa saçlı birini gördüğümüzde, bitlenmiş de saçını kestirmiş diye düşünürdük. Şİmdi kısa saç moda ve tarz. Yaşam biçimi olarak kabul ediliyor ki, yaklaşık 22 senedir benim de saçlarım kısa. Omuz hizama gelmeden, biraz biraz uzadığında hemen kestiriyorum. Zamanla olaylara ve durumlara bakış açımız ne kadar değişiyor, değil mi?

   Yine görüşmek üzere...

20 Ağustos 2025

SERİNLİĞİN GÜZELLİĞİ / AĞUSTOSUN YİRMİSİ - 2025

  Birkaç gecedir çalışma odasında kitap okurken üşüyüp camı kapatıyorum, nasıl hoşuma gidiyor, anlatamam. Temmuz ayında sıcaktan bıkmış, hatta nefret etmişken ağustostaki serinlik canıma can kattı. Kendimi yeniden insani şartlarda yaşıyor gibi hissediyorum. Temmuzda insanlıktan çıktığımı ve yaşam koşullarımın yeterince sağlanmadığını düşünüyordum. 

Salça zamanı geçti mi hala yapılıyor mu bilmiyorum ama kalın kırmızı etli salçalık biber de ucuzladı domatesle birlikte (kapya biber) ve ben her alışverişte en az bir kilo alıp közledim. Sırf şu biber ucuzladı diye de salça zamanının gelmesine çok sevindim. Direkt ocağın üstünde kullanabileceğim bir közlengecim var. İnternetten almıştım. Onu çok sık kullandık son zamanlarda. Biberlerle birlikte patlıcan da közledim ve evdekilere yağlı sirkeli normal salata yaptım. Ben ise o ham tadını daha çok sevdiğim ve zaten sirkeden de nefret ettiğim için közlenmiş haliyle yedim doğrudan. Bazen tuz bile eklemedim. İtiraf ediyorum, kendimi kaybetmiş olabilirim biber ve patlıcanla, her yapışımda bitirene kadar üç öğünse üç öğün üst üste yedim. Biberin her türlüsünü zaten çok severim, e közlenmiş patlıcanı da öyle. İkisi bir araya gelince hiç dayanamıyorum :O). 

  Şu an çalışma odasında açık pencerenin önünde oturuyorum ve rüzgar serin esiyor. Temmuzda esen rüzgar sıcaktı. Perde çok uçuşup sürekli ekranı örttüğünden onu da çektim kenara. Perde açık olunca sokaktan geçenleri ve girip çıkan komşuları da izliyorum ister istemez. Genelde sokaktan geçenler evden yana bakmadan geçip gidiyor. Komşular da öyle ama bazen boş bulunup bir göz atıyorlar, göz göze geliyoruz çünkü ben de dışarıda ses duyduğumdan dikkatim çekilip bakmış oluyorum. Onlar utanıyor göz göze gelince, dışarıdan içeriyi gözetliyormuş gibi oluyorlar çünkü, her ne kadar ben bunu yapmadıklarının farkında olsam da, onlar bildiğimi bilmiyorlardır. Neyse, ben de hiç mimik yapmıyorum. Çünkü geçenlerde kaynıma (kaynıma abi dediğim için bundan sonra direkt abi yazacağım) benzeyen bir komşuya abim geldi bize bakınıyor zannedip el salladım mutfaktayken, meğer alt komşu bahçeyi suluyormuş, komşu da onunla sohbet ediyormuş. Beni görüp görmediğini de bilmiyorum ama gördüyse kendi kendine sevinip el sallayan hiç de karşılık alamayan kişi olarak aptalca bir durum yarattığım için tekrar olmasını istemiyorum :O). Bu komşunun da simasının hiçbir şekilde abimle alakası yok ama vücut tipi, boyu ve yürüyüşü aynı onun gibi. O yüzden her gördüğümde bir seviniyorum abim geldi diye, sonra anlıyorum ki komşuymuş. Komşunun adı Hasan diyelim ki, abiminki de Orhan. Evde komşudan bahsetmem gerektiğinde (aynı zamanda yönetici) Orhan Hasan komşu diyorum. Kocamla oğlum direkt kimden bahsettiğimi anlıyor artık kim ki bu Orhan Hasan demiyorlar :O). 

   Yine görüşmek üzere...

14 Ağustos 2025

14 Ağustos 2025 - Perşembe

   Bugün, dışarıda öyle bir rüzgar var ki, camı açamadım. Hatta bazen rüzgardan çerçeveler bile titriyor. Ağustos, temmuz kadar sıcak ya da bunaltıcı geçmiyor ve ben çok mutluyum. Eylüle de az kaldı, bu yüzden daha da mutluyum. 

  Hektor konuşkan bir çocuk ama çok kart sesli :O). Acaba genel olarak Siyamlar mı öyle, bizimkine has bir durum mu diye merak ediyordum. Geçen gün internette izlediğim videolardan birinde Hektor'un on katı daha kart sesli bir Siyam görünce anladım ki, cinsi böyle. Her derdini ve isteğini anlatıyor. Bazen anlamadığım da oluyor ama genelde tahmin edebiliyorum ne söylemeye çalıştığını. Geçen gün kelebek girmiş eve. Çalışma odasındaydım ben, Hektor da dolaşıyordu evin içinde. Değişik bir tonlamayla miyavladı. Bu onun "başım dertte" ya da "bana yardım et" miyavlaması olduğundan hemen kalktım gittim. Kelebeği önce bulmuş, peşine düşmüş, sonra da kaybetmiş. Bul onu bana diyordu. Beraber Atahan'ın odasına baktık ama bulamadık. Dün akşam da mutfağı topluyordum. Gün boyunca mutfakta çok oturduğumuzdan bir sürü ıvır zıvır da orada toplanıyor. Akşam onları koyuyordum yerlerine. Hektor da tam ayağımın dibinde dolaşıyordu. Çalışma odasındaydı o, ben holdeydim. Çocuğum bak çok ayak altındasın, canın acıyacak dedim hatta ona, daha cümlemi bitirmeden patisine bastım, çünkü oradan koşmuş, tam benim durduğum yere gelmiş. Ben de o an elimdekileri koyuyor olduğumdan fark etmemişim geldiğini. Biz zaman zaman evin içinde çarpışıyoruz onunla hep böyle ben iş yaparken anlık koşup gelip ayağımın altına girdiği için ama hafif oluyor neyse ki çarpışmalarımız. Bir de onun böyle çıkıp gelebileceğini bildiğim için temkinli olmaya çalışıyorum. Bu sefer çarpışma değildi yalnız, ve ben diğer odada olduğunu zannettiğimden normal adım attım ve sağlam bastım patisine. Canı yandı gerçekten. Çok üzüldüm. Bakayım dedim bir hasar, kırık, çıkık var mı diye. Patisini havada tutarak kaçtı benden. Bir şey olmamış neyse ki, üç saniye sonra oyun oynamaya başladı ama ben o patiyi havada tutarak kaçışını gördüm ya, sinirlerim bozuldu. Oturdum ağladım. Oturmadım aslında patisine bakmak için yere uzanmıştım. Yattığım yerde ağladım. Ben ağlayınca o da üzüldü. Yanıma geldi. Patisini omuzuma falan koydu. Sonra biraz daha ağladım, onun iyi olup oyun oynadığını da  görünce üzüntüm geçti :O).

Sonra yine görüşmek üzere. 

8 Ağustos 2025

8 Ağustos 2025 - Cuma

      Bizim evin hemen alt köşesinde bir market var. Yakın ve düzayak olması büyük kolaylık sağlıyor. Genelde çoğu şeyi eve sipariş etsem de arada eksikleri almak için oraya da uğruyorum. Dün öğleden sonra birkaç şey almak için markete girmiştim. Peynirimiz de çok az kalmıştı, uğramışken onu da alayım dedim. Marketin alt ucuna et ve peynir kısmı yapmışlar. Peyniri tartıp, etiket yapıştırıyorlar, öyle alabiliyorsun. Raftaki direkt al çık paketler gibi değil. Ayrı bir bölme zaten, tezgah mevcut, oraya sadece market görevlisi geçebilir. Neyse, geçtim bölmenin başına bakındım, görevli yok. Bölmede olmasa bile yakındadır, işi vardır diye bir iki dakika bekledim, gelen olmadı. Reyon aralarına baktım, beklediğimi görmediyse sesleneyim diye, yok kimse. Kasaya kadar gittim. Kasada iki görevli, yanındaki bölmede de bir görevli oturuyordu. Hiçbir müşteri yok, işlem yapılmıyor. Peynir için yardımcı olmalarını rica ettim. Biri ötekine sen bak dedi, öteki, görevli gelir şimdi, reyondadır dedi. Bakmıştım tüm reyonlara ama onlar öyle deyince geri dönüp tekrar baktım. Kimse yok. Kasadaki kızlardan biri geldi, peynir vermeye geldi sandım, ıııh ben şarküteriyi bilmiyorum dedi, oradaki raflardan bir şey aldı gitti. Ben öyle peynirlere bakarak beklemeye devam ettim. Bu arada rahat bir 15 - 20 dakika geçti. Sonra dedim ki kendi kendime, bir peyniri alabilmek için bu kadar uğraşmamalıyım. Bir, bana ne olur peynir verin, demediğim kaldı. Müşteri yoğunluğu yok, başları kalabalık olsa anlarım, gelip bakan yok, ilgilenen yok. İt ite, it kuyruğuna şeklinde o, ona sen bak diyor, bu buna sen bak diyor. Ben bekleyip duruyorum. Elimde bir ürün vardı. Döndüm onu yerine bıraktım. O arada şarküteriyi bilmeyen hanım kızımız tekrar geldi, bana yardıma değil, yine bir şey almaya ya da bırakmaya. Aaaa hala gelen olmadı mı, ben de şarküteriyi bilmiyorum, dedi kasaya döndü Yine öteki arkadaşına git bak dedi. Birbirlerine sen bak - hayır olmaz sen bak dedikleri sürede ve buna harcadıkları enerjiyle bana bir kalıp peyniri otuz kere tartıp etiketleyip verirlerdi ama neyse. Zahmet etmeyin, ben aldığımı da bıraktım, gidiyorum dedim. Bu sefer yandaki bölmede oturan hanım kızımız kalktı yerinden, ben yardım edecektim, gitmeyin dedi. İyi de ne zaman edecektin, ben gittikten sonra mı? demedim. Çok da muhatap olmadım aslında. Buradan bir şey almak istemiyorum dedim, çıktım gittim. Eve gelince de marketin web sitesinden durumu anlattığım bir mesaj gönderdim. Aslında çok şikayetçi de olmadım. Olayı size yazdığımın daha kısa bir özeti şeklinde yazıp evime çok yakın olduğu halde bir daha o marketten alışveriş yapmayacağımı belirttim. Gerçekten de gitmeyeceğim. Bir iki saat sonra beni aradılar, peynir reyonu görevlisinin hasta olduğu için işe gelmediğini belirterek özür dilediler. Özrü kabahatinden büyük diye bir laf vardır. Bence bu tam öyle oldu. Market sabah onda açılıyor, ben uğradığımda saat üçü geçmişti. Kasada duran iki kişi ve yanlarındaki bölmede duran 1 kişi (ki bölmedeki büyük ihtimalle sorumlu gibi bir şeydi) bu görevlinin hasta olduğunu bilmiyorlar mıydı, sabahtan akşama hiç mi haberleri olmamış, bir kişi bile gelip peynir, et almak istememiş mi, hadi onlar kasada diyelim, bu marketin müdürü, amiri yok mu, hiç mi kimseye dememiş, görevlisi hasta şarküteriye de göz kulak olun diye. Hadi kimse o kişinin yerine bakamıyor, o zaman görevli reyondadır, bir daha bak diyeceklerine bugün görevlimiz rahatsız, o bölmede hizmet veremiyoruz de. Ben de beklemeyim. Ben böyle şikayet ilettiğim zaman kocamla oğlum onlar emekçi diyerek karşı çıkıyorlar genelde bana. Şikayet etmeyecekmişim, ne buluyorsam onunla yetinecekmişim.  Tamam tabi ki emekçiler ve ben de onlara yapılan her türlü haksızlıkta yanlarında olurum, en iyi şartlarda çalışabilmeleri için elimden gelen her şeyi de yaparım. Ama bu durumda benimki bir kapris ya da şımarıklık değildi. İstediğim şey onlara ekstra bir yük yükleyecek  ya da normalde görevleri olmayan bir şey de değildi. Çalışmakta oldukları marketin, biz müşterilere gelip almamız için sundukları peyniri, yine marketin kuralları gereği, tartıp etiketlemeleri gerekiyordu ki, ben kasada barkodunu okutup parasını verebileyim. O marketin varoluş sebebi satış yapıp para kazanmak. Market görevlilerinin orada çalışmasının sebebi de müşterilerin bu ürünleri alabilmesi için gerekli olan şartları sağlamak. Benim kızdığım müsait oldukları halde, üç kişi birden o an aktif bir şey yapmadıkları halde, ki müsait olmasalar ya da bana beş dakikaya yardımcı olacağım deseler, zaten ben anlayış gösteririm, umursamadan oturmaya devam edip işi birbirlerine kakalamaya çalışmaları. Sonuçta bir şey çıkacağını da sanmıyorum zaten. Beni merkezden aradılar özür diler gibi yaptılar, konuyu kapattılar. Kızlara dönüp de şikayet geldi dedilerse, onlar da arkamdan küfredip "Ne cins kadınmış bee, yarım saat bekledi, inat etti peynir peynir diye tutturdu, tam biz lütfedip yerimizden kalkar gibi yapmışken aldığını da bıraktı gitti, bir de utanmadan şikayet etti." derler. Çok üzüleceklerini, işlerini yapmadıklarını düşüneceklerini falan da sanmıyorum. Biz ülkecek çoğu şeyde ya merhametimizden (aman işinden etmeyim, ekmeğiyle oynamayım, emekçi o bir de ben zorluk çıkarmayım vb.) ya da bana ne diyerek umursamamızdan kaybediyoruz zaten. 

  Yine görüşmek üzere...

30 Temmuz 2025

30 Temmuz 2025 - Çarşamba

 Temmuz bitiyor olduğu için çok mutluyum. Tamam ağustos da sıcak olacak. Yaz da daha bitmedi, biliyorum. Yine de sanki ağustosun gelmesiyle sonbahara ve kışa geri sayım başlayacak ve biz yazın büyük bir kısmını geride bırakmış olacağız gibi hissediyorum. O yüzden de mutluyum. Hem bugün hava kapalı İstanbul'da, rüzgar esiyor, nem yok ve bu yüzden de çok güzel bir gün benim için. Son bir haftayı klima ile geçirebildik. O da olmasaydı ne yapardım bilmiyorum. Sıcak ve yanında nem mahvetti bizi. Sabahın beşinde bile kalktığımda hava sıcaktı ve oturduğum yerde terliyordum. Sabah serinliğini bile özledik. Gece serinliğini de özledik bu arada. Genel olarak serin olan her şeyi özledik :).

 Bizim ev giriş kat, mutfağım ve çalışma odam da yola bakıyor. Hareketli de bir sokak. Dolayısıyla gün içinde bol bol gelen giden izliyorum, aslında genelde kitap okuduğum ya da bilgisayarda / telefonda bir şeylerle uğraştığım için izlemekten çok dinliyorum. Apartman kapısı da aynı sokağa açıldığından ister istemez tüm girip çıkanı da takip ediyorum. Sabah özellikle çok erken işe giden iki komşum var, onların seslerinden saatin kaç olduğunu anlayabiliyorum mesela :O). Okullar açıkken de üst katlardaki komşunun fırlama oğlunu her gün üçte bırakan servis sebebiyle saate bakmadan saatin üç olduğunu biliyordum :O). Neyse, geçenlerde bir kadın geçiyordu camın önünden. Öyle bir çığlık attı ki, birine bir şey oldu diye dışarıya baktım gayri ihtiyari. Yanında beş yaşlarında bir çocuk vardı. O telefonda konuşurken çocuk bir şey istediği için çocuğa bağırmış, o canhıraş çığlık oymuş. Çocuk da döndü annesine "Senin Allah belanı..." diye bağırdı. Beş yaşındaki bir çocuğun annesine bu şekilde davranmasına mı üzüleyim, o çocuk o cümleyi annesine kuruyorsa, günde kaç bin defa duyuyordur diyerek çocuğa mı üzüleyim bilemedim. Bir de bela okumak benim hiç yapmadığım bir şey. Çocukken annemden ya da babamdan duyduğumu da hiç hatırlamıyorum. O yüzden ekstra kötü geldi kulağıma. Çok garipsedim.

  Reçel yemeği de yapmayı da sevdiğim için bizim evde hazır alınmış reçel asla bulunmaz. Bir ara o kadar çok yapmıştım ki, mutfakta hangi dolabı açsam reçel kavanozu çıkıyordu karşıma. Öncelikle o birikenleri bitirelim diye neredeyse iki senedir doğru düzgün reçel yapmıyordum. Şimdilerde stoku bayağı bir azalttık. O yüzden mevsimin meyvesine göre az az yapmaya başladım. Çok bekletmeden de tüketiyoruz genelde. Böyle daha iyi oluyor. Neyse, şeftaliyi meyve haliyle yemeği çok severim ama şeftali suyu ve reçeli hiç sevmem. Nereden estiyse şeftali reçeli yapayım istedim. Aklımdan değişik bir şeyler denemek geçiyordu galiba. Yaptım, daha soğumadı, sadece kaşıkla tadına baktım. Güzel olmuş ama yine de yaptığıma pişman oldum. Kendim de yapsam şeftali reçelini sevmiyormuşum, eminim artık :O). Erik reçeli yapacağım. Erik reçelini seviyorum. Geçen sene yaptıklarımın sonunu bu sabah bitirdim. Yeniden yapmanın zamanı da gelmiş. Tek sorun geçen sene hangi erikten ve nasıl yapmıştım hatırlamıyorum. Anjelik erik de olabilir, bardak eriği de. Belki ikisini de alır denerim. Tarife de bir bakacağım, belki oraya yazmışımdır hangi erikten yaptığımı :O).

Yine görüşmek üzere...

26 Temmuz 2025

26 Temmuz 2025 - Cumartesi









    Son iki gündür sokaklardaydım, gezdim. Fotoğrafları sırayla yüklememe rağmen sıraya girmedi bir türlü. Burada sırayla anlatayım, perşembe Rumeli Feneri'nde kahvaltı ettik. Oradan Atatürk Arborotumu'na gittik. En son da Çatalca taraflarında balık yiyip döndük. Bunu 35 kişilik bir grupla yaptık turu düzenleyen de annemle bendim :O). Size çok yazamadım ama arada yapıyoruz sabah gidip akşam döndüğümüz turlar. Bir de yine çok bahsetmedim galiba ama ikinci el satış uygulamalarında satış yapıyorum. Avon zaten her zaman var. Hala hem kullanıp hem satıyorum, 28 senedir :). Boş durmayı sevmiyorum, az da olsa kendi paramı da kazanmayı seviyorum. Tam zamanlı bir iş hiçbir şekilde istemiyorum ama bu tarz şeyler yormuyor beni. En azından kendi başıma buyruk oluyorum. Kimseye hesap vermiyorum, emir almıyorum. Asla bir daha maaşlı iş olmaz diye iddia etmeyim ama başımda bir müdür, patron olması fikri aklıma geldiği anda dahi geriyor beni. O yüzden çok öyle bir işe yöneleceğimi düşünmüyorum. Bir ara kokartlı rehberliği de düşünmedim değil. Arkeolog olduğum için kokart alma sürecinde eğitim saati açısından da avantajlıyım. Kurs ve sınav süreci var, o yüzden oturup iyice bir düşündüğümde tam olarak bunu da istemediğimi anladım, o yüzden bu fikirden vazgeçtim. Şimdilik yaptığım şeyler beni mutlu ediyor, bu da bana yetiyor. Çok uzun vadeli planlar da yapmıyorum. Hayatın getirdiklerine göre bir şekilde yolum çizilecektir zaten diye düşünüyorum. Su akar yolunu bulur demiş büyüklerimiz, ben de eninde sonunda gitmek istediğim yolu tam olarak bulacağıma inanıyorum. 

    Bu arada bu yaptıklarımı da pek kimseye anlatmıyorum. Sadece yakın çevrem ve daha samimi arkadaşlarım biliyor. İşten ayrılalı bir buçuk seneyi geçti, genelde klasik ev kadını modunda evde oturup sadece temizlik - yemek yapıyorum, işte bir de kitap okumayı seviyorum diye kitap okuyorum zannediyorlar. Bir de nedense bana anlamsız gelen bir fikirleri var, kendimi eve kapatmışım, inzivaya çekilmişim, sokağa çıkasım yok, neredeyse bir tür bunalımdaymışım da insanlardan kaçıyormuşum gibi tepkiler veriyorlar. Halbuki öyle bir durum değil benimkisi. Günlük işlerimi halletmek için çarşıya da, markete de, bankaya da ne bileyim kargoya da gidiyorum. Zaten bir buçuk senemin bir senesi dişçide geçti. Ayda beş altı kere dişçiye gittiğim oldu. Neredeyse 7 - 8 ay ağzımda sürekli dikişli bir bölge olduğundan belli dönemlerde dışarı özellikle çıkmadım / çıkamadım. Dikişli dönemlerimde soğuk - sıcak yiyip içemiyordum, daha yumuşak şeyler tercih ediyordum, tek tarafı kullanarak yediğim için en basit bir şeyi yemem bile kırk beş dakikayı buluyordu, yemek yemekten sıkılıyordum artık, dikişli yerler bir nevi açık yara gibi olduğundan dışarıda yiyip içersem mikrop kapmaktan korkuyordum. İnsanlar genelde bir iki dişe dolgu, belki kanal, hadi bir tane de implant için gittiğinden benim dişçi olayımın hayatımın ne kadar büyük bir kısmını kapladığını anlayamadılar. İki sinüs ameliyatı, ardından 7 diş çekimi, ardından 7 implant yapıldı. Ve zaten dişler sorunlu olduğundan çekimler de cerrahi işlemle oldu. Ve doktor beni koltuğa oturtup tüm bu işlemleri tek bir seferde yapıp göndermedi. Her yeni işlemden önce eskisinin iyileşme dönemi, dikiş alınması dönemi, ardından yeni işlem dönemini yaşadık. Bazen aynı gün bir yerin dikişini aldı, diğer bölgenin işlemini yaptı. Bazen diğer işlem için biraz daha iyileşmesini bekleyip araya zaman koydu. Bütün bunlar daha yeni bitti biliyorsunuz ve iyi ki de hepsi yapılmış. Ağız sağlığıma tekrar kavuştum ve rahat bir şekilde yiyip içebilmek, diş ağrısı çekmemek harika bir duygu :O). Neyse, paragrafımın başındaki konuya dönersem, sonuçta düzenli görüştüğüm 5- 6 arkadaşım var. Fırsat buldukça onlarla zaten bir araya geliyorum. E bütün gün evde de tek başıma oturuyor değilim. Kocam var, Hektor var, uzunca bir dönem Atahan da evdeydi, gelin namzetimiz de sık sık bize geldi, özellikle kışın soğukta çok dışarıda takılmadılar. Hepimiz evdeyken zaten kendi kalabalığımız bize yetiyor o ayrı, her gün de annem uğradı, sık sık kaynım, kayınvalidem, eltim geldi. Çağıllar geldi müsait olduklarında. Bunun dışında kalan zamanlarda da yapmak istediklerime zamanım yetmedi. Daha okuyacak onlarca kitabım, aklımda sıraya koyduğum yapılmayı bekleyen bir sürü işim mevcut. Sonuçta şunu demek istiyorum, yüzeysel kalabalıklara girmiyor olmam, insanlardan kaçıyorum anlamına ya da buna ihtiyaç duyduğum ya da bundan mahrum kaldığım anlamına gelmiyor. On üç sene boyunca iş hayatımda sonsuz sayıda boş insana ve yüzeysel sohbete, harcanmış zamana maruz kaldım. Şu an öncelik verdiğim tek şey insan kalitesi ve kaliteli zaman. Bunu da kendime yeterince sağlıyorum. Kİmse de beni zorla evde tutuyor falan değil, canım her istediğinde çıkıyorum sokağa. Ayrıca bunu diyenler sırf kendi hayatlarının boşluğunu doldurmak ya da evde kalabalık içindeki yalnız hayatlarından kaçmak için durup dinlenmeksizin insan içinde olma ihtiyacı duyuyor diye herkes de öyle yapmak zorunda değil. Sokaklarda sabahtan akşama gezmek, samimiyetsiz ilişkiler içinde oldukları insanlarla zaman geçirmek onların normali olsa da benim için öyle değil. Daha az sayıda insanla, daha doyurucu, sahteliklerden çok daha uzak, az ama öz dostlukları tercih ediyorum. Kimseye açıklama yapma zorunluluğum yok. Bunun bu şekildeki açıklamasını yapsam da beni anlamayacaklar o yüzden burada yazayım en azından dedim :O). 

Yine görüşmek üzere...









22 Temmuz 2025

22 Temmuz 2025 - Salı

    Buraya yazmış mıydım emin olamadım ama Atahan diyet yapıyor son zamanlarda. Diyetisyen takibinde. Yaklaşık iki ayda on dört kilo verdi. Biz de o diyette olduğu için normalde çok abur cubur almıyoruz, yapmıyoruz, yemiyoruz ama az önce o kahve ve meyve olan ara öğününü yaparken ben de mutfakta doğum günü pastamdan kalan kremayı kaşıklıyordum size de anlatayım dedim :O). Doğum günümde yaptığım pastanın kreması olduğu için bence diyet dışına çıkmak sayılmaz. Pastanın bir parçasıydı çünkü - daha doğrusu olacaktı -. Doğum günü olan herkesin de pastasından yeme hakkı vardır. Ayrıca mis gibi kremayı çöpe atacak halim de yok, tabi ki yiyeceğim. Bittiğinde de kabın dibini kaşıkla iyice sıyıracağım :O). Sonra da bir dahaki doğum günüme kadar bir daha asla pasta yemeyeceğim. Söz. 

   Ben de yürüyüş yapıyordum evde, yürüme bandında. Bunu anlatmıştım diye hatırlıyorum. Aldığımız çok eforlu spor aleti bozulunca (hala yaptırmadık bu arada) Çağıl'ın artık kullanmadığı için bize verdiği yürüme bandında yürümeye başlamıştık her gün. Ben "her gün en az 5 dakika yürüme" hedefiyle başlayıp neredeyse "her gün yarım saat yürümeye" kadar çıkarmıştım. "Her gün en az 1 saat yürüme" mertebesine ulaşmak istiyordum. Sonra diş ameliyatları falan araya girince bıraktığım dönemler oldu. Her iyileştiğimde tekrar 5 dakikayla başlayıp 10 - 15 dakikaya kadar çıkarıp çeşitli sebeplerle bıraktım. Kısa ya da uzun dönemli aralarım olsa da bir süre sonra tekrar başladım. Şimdi artık diş işlerim tamamen bitti. Bahanem de kalmadı. Aslında spor yapmak, enerji sarf etmek hoşuma da gidiyordu. O yüzden geçen hafta tekrar mümkün olduğunca düzenli yürümek üzere yine 5 dakikayla başlayıp 10 dakikaya çıkardım. Sağlıkla ilgili bir sorun yaşamadığım sürece de arttırarak devam edeceğim. Her seferinde 5 dakikayla baştan başlamamın sebebi de fiziksel değil psikolojik. Spor ya da egzersiz benim 45 senelik hayatımda pek yeri olan bir şey olmadığı için tembelliğe çok çabuk alışıyorum. Bir süre yapmayınca tekrar başlamak çok zor geliyor. Hele direkt yarım saat - 1 saat yapmam lazım diye kendimi şartlarsam hiç başlayasım gelmiyor. "Sadece 5 dakikacık" fikri kendimi kandırıp ikna etmemde çok etkili oluyor, tavsiye derim. Başladıktan sonra gerisi bir şekilde geliyor zaten. Ve tekrar belirteyim, 5 dakika ile amacım kilo vermek, kas yapmak, yağ yakmak değil, günlük rutinime spor - egzersiz yapmayı dahil etmek. Bunu hayatımın bir parçası haline getirmek. 

  Yine görüşmek üzere...