27 Ekim 2020

1119 - GECENİN KÖRÜ

     Saat 2.24. Gecenin Körü dedim başlığa ama pek ala sabahın körü de diyebilirmişim. Uyuyamadım. Uykum gelmişti aslında, yatmıştım da ama olmadı, kalktım oturdum. 

     Blogumu sevmemin nedenlerinden biri de hayatıma dair mükemmel bir arşiv oluşturması. Son zamanlarda pek güncelleyemesem de arada yazdığım az sayıdaki yazıda bile unuttuğum pek çok şey olduğunu görüyorum. Yazmadığım günlerde kim bilir neler yaşamışımdır. 

     Bugün mesela gözlükçüye gittim. Yaklaşık 11 senedir gözlük kullanıyorum. Miyop astigmatım. Gözlüğümü kaç sene önce aldığımı hatırlamıyorum. Numaram pek değişmediğinden yenileme ihtiyacı duymamıştım. Tam artık, bir doktora gideyim de, camlarını değiştireyim, diye düşündüğüm dönemde salgın hastalık başladı. Hem kısıtlamalar oldu, hem ben gözlük değiştirmek acil bir şey olmadığından hastaneye gitmek istemedim. Yedi ay daha idare ettim ama artık özellikle sol camı çok çizildiğinden doğru düzgügöremiyordum, çerçevesi oldukça yamulduğundan şakaklarımı sıkıyor ve acıtıyordu, buruna oturan yerdeki lastik sürekli düştüğünden her yerde o minicik şeffaf şeyi arıyordum derken gözlüğümle sürekli uğraşmaktan ve sürekli gözlüğümü düzeltmektesıkıldığımı anladım. Normalde sabah gözümü açtığım an takar, gece ancak yastığa kafamı koyduğumda çıkarırdım ama son günlerde her fırsatta çıkarmaya başlamıştım. Neyse, iş çıkışı uğradım. Bana uyan 3 - 4 modeli yarım saat boyunca tekrar tekrar takıp çıkardıktan sonra eskisine çok benzeyenini seçtim. Yarın gidip alacağım. Zevkim çok değişmediğinden mi, sevdiğim şeylerden çabuk sıkılmadığımdan mı  bilmiyorum uzun uzun değişik modelleri deneyip inceleyip dönüp aynı şeyi aldığım çok olmuştur. Bir keresinde ayağımdaki spor ayakkabıları yenisini denemek için çıkardım. Bir türlü istediğim gibisini bulamayınca bir sürü model baktım, artık vazgeçmek üzereyken tam istediğimi buldum, eski ayakkabıları giyeyim de, yenileri kasaya götüreyim derken yine bire bir aynı modeli aldığımı fark ettim :O). Eskilerden zaten memnundum sadece çok yıprandıkları için değiştiriyordum o zaman bunlardan da memnun kalırım diye düşündüğümden gittim yine aynılarını aldım. 

    3.24 olmuş. Klavyede "b" ve "n" harfleri tam basmıyor. Yazıda geçen her bir "b" ve "n" harfini ya en az beş kere o tuşa kuvvetlice vurarak ya da yukarıdaki kelimelerden tek tek kopyala yapıştır yaparak yazabildim. O yüzden çok zamanımı aldı. Ve şunu anladım ki özellikle n'yi çok fazla kullanıyoruz.

       Yine görüşmek üzere...

24 Ekim 2020

1118

    Kendimi çok güzel kaptırmış ve uzun uzun yazmıştım ki, mutlulukla klavye üzerinde uçuşan parmaklarım bir tuşa basıp yazdığım her şeyi sildiği gibi, tam da sildikten sonra tek bir harf kalmış halini kaydetti :O(. Hal böyle olunca da ne yaparsam yapayım yazdıklarımı geri getiremedim, hep o tek harfe döndüm. Kahretsin! Baştan yazmak tabi ki mümkün ama ilki gibi olmayacak sanki. Neyse, hiç saçma silme şeysini becermemişim gibi yapıp sil baştan alıyorum...

       Blog dünyasında bir klişedir "Beni nerelerden okuyorlar?" yazısı yazmak. Bir arkeolog olarak klişeleri değil ama klasikleri sevdiğimden ben de yapacağım tabi ki bunu, kurtuluşunuz yok. Yazmaya başlamadan hemen önce yaptığım incelemelere göre Fildişi Sahili ve Japonya, Çekya, Hollanda, Fransa, Portekiz, Amerika, Almanya ve pek doğaldır ki Türkiye'den okuyucularım mevcut. Hepsine, mutfak camı çok güzel bir ağaca bakan bir evden selamlar gönderiyorum. Eskilerden gelip takip edenlere, beni uzun zamandır tanıyanlara, belki de bir şekilde buluşup görüştüklerimize de sevgilerimi iletiyorum. 

       Evimi seviyorum. Çok muhteşem, lüks, büyük ya da tasarımcılarca dekore edilmiş bir ev değil. Aslında oldukça sıradan. Odaların hepsi kare şeklindeki hole açıldığı için çok küçük olmasa bile kutu gibi bir ev izlenimi veriyor. Eşyalarımız yirmi sene evlilikten sonra artık çok çok eskidiği için büyük kısmını değiştirmek zorunda kaldık. Toplanma ve taşınma esnasında gereksiz bir sürü şeyi biriktirdiğimi gördüğümden ayırdığım/verdiğim - attığım çok şey oldu. Sadeleştirmeye de çalıştım yaşam tarzımızı. Çalışan bir kadın olarak enerjiden ve zamandan tasarruf etmeye çok ihtiyacım vardı. Bunun en iyi yolunun da eşya - kıyafet yığıntılarından kurtulmak olduğunu düşündüm. Zaten sadeliği seven bir insan olduğum için evdeki fazlalıklardan da arınmak bana iyi geldi. Eski evimizin bir şekilde bana yaramayan bir enerjisi vardı. Orada, ev ile ilgilenmek pek istemiyordum, evi çok sevmiyordum, temizlik zül geliyordu, eşyalar kırık dökük olsa bile değiştirme ihtiyacı duymuyordum. Evin benim açımdan en güzel ve tek iyi yönü, annemlere çok yakın olmasıydı. Gece yarısı bile olsa, gerekirse belki pijamanın üzerine bir mont alarak, acil bir durumda herhangi bir araca, beni götürecek birine ihtiyaç duymadan, koşsam üç dakikada gidebileceğim,  gereken her an yanlarında olabileceğim bir mesafedeydi. Belli bir yaşta ve rutin hastalıklara sahip oldukları için istediğim anda onlara ulaşabilmek benim için önemliydi. Bunun dışında bizim için önemli bir diğer kolaylığı evin önünde park yeri olması ve sadece iki basamakla eve girilebiliyor olmasaydı. Bu iki kriterimizi sağlayacak başka bir ev bulmak zor olacağından orada oturduğumuz dokuz sene içinde neredeyse her altı ayda bir, taşınsak mı, diye konuşsak da her seferinde bir süre daha idare etmeye karar veriyorduk. Eski evimiz eski bir binaydı ve hiç bir şekilde baş edemediğim bir küf sorunu vardı. En sonunda bu beni yıldırdı. Küf kokusundan, her yere sinmesinden, belki bizi bile çürütüyor olmasından bıktım ve yeni bir ev arama sürecimize başladık. Burada da kiralık evle başlayıp, satılığa giden uzun bir sürecimiz oldu. Yoruldum, sıkıldım, umudumu kaybettim, aylarca yarı toplanmış bir evde işi ve gündelik yaşantımızı idare ettim. Kocamla kaç kere çeşitli sebeplerden karşı karşıya geldik. Ev aramaktan, eşyadan, koliden, eşya toplamaktan, yeni eşya bakmaktan bile nefret eder hale geldim/geldik ama sonuçta şu anki evimizi bulup yerleşmemiz bütün bu zor günleri unutturdu. Belki de biraz bu yüzden burayı daha bir sevdim, daha çok ısındım. Muhteşem olmasa da bana en uygun, en pratik, en istediğim gibi eve kavuşmuş oldum :O).

    Yine görüşmek üzere...

21 Ekim 2020

1117

       Geçen gün bir ilanda "gri cep detaylı" diyordu bir ürün için. Doğrudan gri cepli dese olmuyor muydu acaba diye düşündüm. O zaman yeterince havalı olmuyor herhalde. Tanıtım cümlelerine "onlu bunlu" değil de "şu detaylı, bu detaylı" deyince alası geliyor herhalde herkesin. İlginç... Bazı kelimeler gerçekten önemli reklamlarda da bazen abartmıyorlar mı sizce de, dedi adı mutfak camı olan değil mutfak camı detaylı blogu olan kadın. Bundan sonra böyle lanse edeceğim kendimi :O).

19 Ekim 2020

1116 - ANNE WİTH AN "E"


 Bizde, kocam evdeyse televizyon sürekli açıktır. İzlemese de arka planda çalışır durur. Bazen kanallar arası gezer, bazen belgesellere takılır, bazen film izler. Ucundan kenarından takılıp da beğenirsem filmi, bazen ben de izlerim onunla beraber. Ben iki arada bir derede de olsa kitap okurum genelde. Onun izlediği filmlerin kitaplarını okumuş olurum. Dizilere başlarım ama ikinci bölümünden sonrasını takip etmem, sıkılırım.  Başından sonuna oturup izlediğim bir yayın pek olmaz. Girer çıkarım. Arada sigara içmeye mutfağa kaçarım,  arada kalkıp ufak tefek işleri hallederim. Verimli bir televizyon izleyicisi, Netflix takipçisi ve hangi dizilerin oynadığını bilen biri değilimdir. Bunun son yıllardaki tek istisnası Anne with an "E" oldu. Geç keşfettim, tüm sezonları yayınlanmıştı, başladım, gece gündüz izleyerek bitirdim. Çok da sevdim. Her yönüyle bana hitap etti. Kitabı çıkınca kitabını da aldım. Yalnız burada bir hata yaptım. Her ne hikmetse ve ne alakaysa ve neyin kafasını yaşıyorsam gidip de Flipper Yayınları'ndan aldım. Hata dolu. Yazım yanlışları, eksik harfler bütün okuma zevkimi hiç etti. Son okuması, düzeltilmesi, hiçbir şeyi yapılmamış, çalakalem yazılmış ve basılmış. Siz sakın aynı hatayı yapmayın. Diğer yayınevlerinin basım kalitesi nasıl bilmiyorum ama bundan kötü olabileceğini zannetmiyorum, asla Flipper Yayınları'ndan kitap almayın! Kitabını da okuyun, dizisini de izleyin. Kitapla dizi arasında farklılıklar var ve genelde bu beni çok rahatsız eder ama ilginçtir ki, ilk defa buna çok takılmadan kitabı da zevkle okudum. Size de tavsiye ederim... 

16 Ekim 2020

1115 - KİTAPLIĞIM VE PARİS


         Yeni evimiz bakınaklı:O). Daha evi emlakçı eşliğinde ilk gezdiğimde., bu pencerelerden Paris dışarıyı izler, diye düşünmüştüm ve yanılmamışım. Atahan'ın yanında - ona sokulmuş - yatmıyorsa genelde cam önünde buluyorum onu. 

       Fotoğrafta gördüğünüz yer çalışma odası ya da kitaplık dediğimiz oda. Ev bakmaya ilk başladığımızda bütçemizi de fazla zorlamamak için iki oda bir salon evlere öncelik veriyorduk. Fazladan bir odamız olamasa da ilk olarak mutlaka kitaplığımı koyabilecek bir alanı olup olmadığına bakıyordum. Holün veya koridorun geniş olması öncelikli şartımdı, en kötü ihtimalle kitaplarımı oraya koyarım diye düşünüyordum. Daha sonra genel olarak bu evlerin metrekare olarak da çok küçük olduğunu fark ettik. Mesela yatağı koysak dolaba yer kalmıyordu, dolabı zar zor sıkıştırsak odaya giremiyorduk. Bir süre sonra bu şekilde olmayacağını anlayınca kıstaslarımızı değiştirdik, üç odalı evlere de şans tanıdık. Daha o zamandan, üçüncü odaya, kitaplık/çalışma odası yapmak üzere göz koymuştum:). 

      Eve taşındığımızda, en küçük odaya "çalışma odası" ya da "benim odam" demeye başlamıştım bile ama oda aslında ardiye ya da depo işlevini görüyordu daha çok. Aylarca nasıl dekore edebileceğimi düşündüm, yüzlerce kitaplık fotoğrafı inceledim, sürekli ölçtüm biçtim, hayal ettim, gözümde canlandırdım, hazır kitaplıklardan mı alsam, yaptırsam mı karar veremedim derken taşındıktan altı - yedi ay sonra en sonunda "odamı" istediğim gibi döşeyebildim. Toplanma sürecinde bin iki yüze yakın kitabım olduğunu görmüştüm (Daha önce sekiz yüz civarında olduğunu sanıyordum.). Sürekli yenilerini aldığımdan bu sayının artacağını da göz önünde bulundurarak, mümkün olduğunca çok kitap alacak şekilde, raf aralıklarını, uzunluğunu ve diğer ölçülerini ihtiyaçlarıma ve isteğime göre ayarlayabildiğim bir kitaplık yaptırmaya karar verdim.  Fotoğrafta hepsi görünmüyor ama kitaplık odanın üç duvarını kaplıyor. Pencere önünde masam var. Sol tarafta ise kitabımı alıp uzandığım küçük bir ikili koltuk bulunuyor. Ben biraz klasik seven ve mobilyalarda koyu rengi tercih eden biri olduğumdan, kitaplığı ve masayı Latin ceviz yaptırdım. Ağırlıkta bulunan kahverengiyi biraz yumuşatmak için koltukta ve halıda yeşil tonlarını tercih ettim. Genel olarak içime sinen, sinmekle kalmayıp hiç içinden çıkmak istemediğim, kendi dünyamı içine sığdırdığım - bence - çok tatlı ve zevkli bir oda oldu:O). Beklediğime fazlasıyla değdi. Size anlatırken çok uzatmamaya çalıştım, her bir detayını sayfalarca anlatabilirim aslında.... Hazırlık ve hayal etme sürecinde, aylar boyunca, annem - ablam ve kocam odamı dinlediler, attığım onlarca  (yüzlerce?) fotoğrafa maruz kaldılar, aynı süreci tek tek kitaplık, koltuk ve halıda şekli - rengi - ölçüleri için yaşadılar. Bittiğine belki de benden çok onlar sevinmişlerdir :O). 

     Yine görüşmek üzere...

15 Ekim 2020

1114

        Bugün çetik örmeyi öğrenmek istediğimi hatırladım ve öğrenmek için hiç bir çaba göstermediğimi fark ettim. Tığla mı, şişle mi örülür, onu bile bilmiyorum. Halbuki anneannem çok güzel örerdi ve annem de biliyor örmeyi. Bende bir kopukluk olmuş arada. Yine de geç değil bence. Annemle kararlaştırdık, bu hafta sonu çetik örme dersi başlangıcı yapacağız:O). Amacım dünya birincisi olmak değil ne de olsa, ayağa giyilebilecek basit bir şey yapabilirsem, şimdilik yeterli bence... Kararlıyım, gerçekleştirmek istediğim şeyler için en azından çaba göstereceğim, yapmaya çalışacağım. Yavaş yavaş olacak belki ama ertelemelere son artık!

     Zamanımı her yönden daha etkin kullanmaya çalışıyorum. Bunun kırk yaşla mı ilgisi var, kayıplar - hastalıklar mı etkiledi beni, bilmiyorum. Hangisi olursa olsun, bence olumlu bir değişim bu. Belki ikisinin de katkısı, bir de artık biraz daha hayatımın düzene girmesi... Doğru zaman şimdiymiş belki de, daha önce bir şeyler eksikti ve ancak tamamlandı. Bunun üzerine çok düşünüyorum son zamanlarda. Harekete geçmek için bir şeyleri yaşamış olmam gerekiyorsa önceki yarım kalan fikirlerim - denemelerim için hayıflanmak yanlış. Geç olsun güç olmasın derler ya, benim için bu geçerli galiba.

      Yine görüşmek üzere....

14 Ekim 2020

1113 - SALYANGOZ

        
                                  Seviyorum ben salyangozları. 

 

1112 - AĞACIM

       


 Blogumun adını aldığı "mutfak camı" yeni evimin en sevdiğim özelliği. Camımız Fransız balkon tarzında. Tam karşımızda bir park ve muhteşem bir ağaç var (Fotoğrafta onun mart ayındaki halini görüyorsunuz.). Her akşam işten geldiğimde ilk işim sigara içmek için mutfağa geçmek oluyor ve en büyük zevkim sigarayı ağacımı izleyerek içmek. Mutfakta iş veya yemek yaparken verdiğim molalarda da gözüm hep onda. Şimdi çiçeği olmasa da, yaprakları hala gür, pek dökülmedi. Ben aslında ne ağacı olduğunu bile bilmiyorum ama yine de çok seviyorum.

   Yine yeniden yazmaya karar verdim. Bunu daha önceden de çok söyledim biliyorum ama bu sefer artık gerçekten buralardayım. Ara uzadıkça insan alışkanlıklarını kaybediyor ve paslanıyor. Aylar sonra oturunca klavye başına, bunu fazlasıyla hissettim. Bir daha bu uzaklaşmanın olmaması için mutlaka programıma alıp daha sık yazacağım. 

    Blogumu ilk açtığımda 25 yaşındaymışım. Tema değişikliğini yaparken fark ettim. Şimdi 40 yaşındayım. On beş sene olmuş burada yazmaya başlayalı. Atahan o zaman dört yaşındaymış ve şimdi o da on dokuz yaşında bir delikanlı. Zaman çabuk geçiyor. Eski Burcu özünde hala mevcut olsa da değişen çok huyum, düşüncem ve davranışım da mevcut. Mesela aslında yapmak isteyip de ertelediğim ne kadar çok şey olduğunu babamın ölümüyle anladım. Bunlardan biri blogu aktif olarak yazmaktı. Buna bu yazıyla başlamış oluyorum. Bir başka hep istediğim ama hala yapmadığım şey de dikiş dikme becerimi acemi seviyesinden orta seviyeye yükseltmek. Açıkçası kıyafet dikecek kadar öğrenmek istemiyorum o pek ilgimi çekmiyor. Benim istediğim basit şeyleri - askılı bir bez çantayı ya da fermuarlı bir küçük el çantasını yardıma ihtiyaç duymadan dikebilmek. İlginç bir şekilde keselere bayılıyorum. Boy boy büzgülü keseler dikeyim sonra onları süsleyim istiyorum. Bunları dikebiliyorum aslında ama çok temiz bir iş çıkmıyor ortaya ya da hediye edebileceğim ustalıkta değiller. Bazen deneme yanılma yöntemiyle yaparken hayal ettiğimden çok uzaklaşmış oluyorum. O yüzden en azından bir örnekte gördüğümü ya da kafamdakini dikebilecek kadar öğrenmek istiyorum.

    Yine görüşmek üzere...