28 Şubat 2023

ŞUBATIN YİRMİ SEKİZİ

Son yazımda ablamdan sonra depremden de bahsetmeyi düşünmüştüm ama o yazı çok fazla duygu yoğunluğuna sebep olunca yapamadım. Ülkemize baş sağlığı dilemek istiyorum. Geride kalanlara da geçmiş olsun ama galiba onlar için hiç geçmeyecek. Yıkılan evlerden ve binlerce kayıptan sonra İnstagramda sık sık karşıma mal mülk yalan, sevdiklerinize sevdiğinizi söyleyin tarzı gönderiler çıkıyor. Doğru diyorlar. Küçük şeyleri takıyoruz normalde kafamıza. Bu tarz kayıplarda bir süre hatırlatıyoruz bunu kendimize, belki de yarın öleceğiz diyoruz, değmez diyoruz. Üç gün sonra unutup yine küçük şeylere takılmaya devam ediyoruz. Hoş, küçük şeyler derken belki önceki yazılarımda yazmıştım, bana babamın ve ablamın hastalık sürecinde üzülme diyen de çok oldu. Her şeyden önce neden sürekli mutluluk halinde olmamız gerektiğini bilmiyorum, üzülmeye de hakkımız var. Bir de en yakın iki akrabamın, hayatımda çok önemli yeri olan iki kişinin kötü bir hastalığa - hem de aynı anda yakalanmasına da üzülmeyeceksem, bu hayatta neye üzüleceğim? Çevremiz ve medya tarafından "sürekli mutlu olmalısın" baskısı kuruluyor üzerimizde. Hep gülüp eğlenmelisin, her anın zevkle - kahkahayla dolu olmalı. Katılmıyorum. Öyle olmasını beklemek de yanlış aslında diyorum. İstesek de istemesek de iyisiyle - kötüsüyle yaşayacağız bu hayatı. Mutluluklar da olacak acılar da. Mutlu olmalısın, 7/24 gülmelisin fikrinin empoze edilmesine karşıyım. Bir de şuna değinmek istiyorum: Ablamın vefatından sonra ölüm iznim vardı, yıllık iznimi de aldım. Üç hafta kadar çalışmadım. İyi geldi bana evde olmak, kendimi dinlemek. En iyisini yapmışım. Hatta belki mümkün olsaydı bir hafta daha izin alsaydım daha da iyi olacakmış diye de düşündüm işe başladıktan sonra. İnsanlara bunu pek anlatamadım. Nedense benim evde oturdukça sabahtan akşama ağladığımı, kahrolduğumu düşündüler. Sürekli kalabalıklar arasında olup acımı ve yasımı gömmem gerekiyormuş gibi bir fikir vardı. İyi de bana iyi gelen tam aksine kendi içime çekilmekti. Gördüm ki bu "kafa dinleme" fikri çok yabancı geliyor herkese. Bir süre sonra onlara anlatmaktan vazgeçtim, şimdi size anlatıyorum sadece :O).


 

  Geçen gün karşıma "evde Ferrero Roche yapın" tarifi çıktı. Malzemeler rahatlıkla bulunabilecek şeylerdi, tarif de basitti. Yaparım ben bunu dedim. Yaptım da. Sonuç yukarıda gördüğünüz ilk fotoğraftaki gibi oldu. Tadı da fena değildi. Yalnız normalde bu çikolatalar küçümen oluyor biliyorsunuz. Fındıktan büyük, cevizden küçük. Fotoğrafı yukarıdan çektiğim için çok belli olmuyor ama benimkilerin hepsi mandalina kadar oldu. Bir tane yiyenin karnı doyar, saatlerce acıkmaz. Öyle düşünün yani. Bir de içine çikolata koyup kapama kısmında çok zorlandım. Bir daha evde yapmayacağım. Gidip paşa paşa alıp yiyeceğim :O).
   Yine görüşmek üzere...

24 Şubat 2023

ŞUBATIN YİRMİ DÖRDÜ

 Uzun zamandır yazmak istiyorum. Aklımdan yazılar da yazıyorum sürekli ama bir türlü elim gitmedi buraya yazmaya. Hayat devam ediyor. İyisiyle  kötüsüyle devam ediyor. Toparlanmış gibi hissediyorum bazen kendimi ama sonra bir bakıyorum bir ses, bir kelime, bir hatıra yine sil baştan yaptırıyor. İlk günkü acı seviyeme dönüyorum. Özlem zaten çok büyük. Ablamı kaybedeli üç aya yakın bir zaman geçti ama hala bir çok şeyde “Bunu ablamla paylaşayım, bu fotoğrafı ablama atayım, bu konuda ablamın fikrini alayım.” diye geçiyor aklımdan. Sonra fark ediyorum bunun artık mümkün olmadığını ve her seferinde içim acıyor. O benim hem ablam, hem en yakın dostum, sırdaşım, dert ortağımdı yerini doldurabilmem mümkün değil. Ben, hep, birlikte yaşlanacağımızı, didişe didişe de olsa hep beraber olacağımızı düşünüyordum / hayal ediyordum / zannediyordum. Yanılmışım. Yazmaya devam edeceğim tabi ki ama bundan sonraki yazılarımda ondan çok bahsetmeyeceğim büyük ihtimalle. Onu anlatmak, ondan bahsetmek yüzeye çıkarıyor gömdüğüm üzüntülerimi, bana iyi gelmiyor. Belki gömme, anlat diyeceksiniz ama bunun zamanı henüz gelmedi, biliyorum. Biraz daha zamana ihtiyacım var.

  Yine görüşmek üzere…