16 Eylül 2017

1089

       Pazartesi okullar açılıyor ama insanın çocuğu lise üçe başlayınca belki bir de erkek çocuğu olunca pek telaşı olmuyormuş. Pantolona ihtiyacı var mesela. Pazar çalışacağımdan daha cumadan söyledim, yarın (bugün) istersen gidip alalım diye ama ses seda çıkmadı. Okula giderken ne giymeyi planlıyorsun dedim, ona da bir cevap gelmedi. Ya yarın akşam iş çıkışı sekiz demeyeceğiz, dokuz demeyeceğiz gidip pantolon arayacağız, ya pazartesi sabah kriz yaşayacağız. Bilmiyorum artık, neredeyse 17 yaşında olduğundan pek öyle sürekli peşine de düşmek istemiyorum. Kendi sorumluluğunu da alması gerekiyor yavaş yavaş bence.

        Eskisi kadar takmıyorum her şeyi. Aşmış olabilirim. Otuz sekize varınca bazı şeyleri taksam da takmasam da her şeyin bir şekilde yoluna gireceğini anlamış olabilirim. Her sorumluluğu üzerime almanın sonu olmadığını görmüş olabilirim. Daha ben de tam anlayamadım hangisinin geçerli olduğunu. Belki de geçici bir dönemdir, bir süre sonra normale dönebilirim.

                                                                                         

     Çok kitap okuyamıyorum son zamanlarda. Bugün Çavdar Tarlasında Çocuklar'ı bitirdim. Kült bir eser. Daha önce okumamıştım. Son bir kaç senedir alayım deyip fırsat bulamamıştım. Geçenlerde en sonunda aldım, okudum, beğenmedim. Bana pek bir şey ifade etmedi. İnce de olsa (199  sayfa) sonuçta koca kitapta anlatılan sıradan bir ergenin üç günü. Bunalımları. Yaşadıkları. Duyguları. Fikirleri. Yorumlara baktığımda çok derin anlamlar bulanları gördüm, "tutunamayanlara" duyulan hayranlıkla ilgili paragraflarca yazanı gördüm ama ben bunları pek bulamadım. Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ını da pek sevememiştim zaten. Şu "tutunamayanlık" hayranlığını da pek anlamıyorum aslına bakarsanız. Hayatlarındaki her türlü lükse sıkı sıkıya bağlanırlar, kurumsal işleriyle hava atarlar, daha da yükselmek - kazanmak için yapamayacakları yoktur ama konuşurken bir bunalım havası, bir Issız Adam durumları, güya her şeyden vazgeçmişlik yanılsamaları... 
Neyse, elimdeki kitapları okuyup yeni kitap pek almıyorum çünkü kitap fuarı yaklaşıyor:O). Yavaş yavaş alacaklarımı belirliyorum. Notlarımı gözden geçiriyorum. Kitaplarımı listeliyorum. Listem olmazsa emin olamıyorum alacağım kitabın bende olup olmadığına. O kadar çok okuyorum, araştırıyorum, planlıyorum ki, bir süre sonra karışıyor. Bir kaç kere aynı kitabı gidip gidip alınca liste yapmaya başladım.

  Cuma iş çıkışı markete uğradım, biraz  abur cubur olsun evde, cumartesi de izin günüm şöyle keyif yapayım diye. Karnım da  çok acıkmıştı, yemeklik bir şeyler de bakayım dedim. Bazı şeyleri aldım, bazı şeyleri eledim, durdum düşündüm derken, hep istediğim şeyleri seçtiğimi düşünerek mutlu mutlu eve geldim. Paketleri boşaltırken gördüm ki, doğru düzgün bir şey almamışım aslında. Karnım açtı ama yemeklik bir şey yok. E abur cubur da yok. Mısır konservesi, kaşar peyniri, dondurma, sucuk, ekmek. Aldıklarım bunlar. Sonuçta ekmeğin üzerine rendelenmiş kaşar ve sucuk koyup fırında ısıttım - pişirdim, karnımı doyurdum. Üzerine de dondurma yedim. Mısır konservesi duruyor hala. 

Yine görüşmek üzere...

Hiç yorum yok: