28 Mart 2016

29

          Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi işyerim çarşı içinde. Babam arada fatura yatırmaya geldiğinde bana da uğruyor beş dakika. Merdivenleri çıkmak onu zorladığından, aşağıya inmem için haber veriyor. Gitmeden önce de mutlaka beraber bakkala uğruyoruz ve bana çikolata alıyor. Geçen gün de aynı şekilde bakkala uğradık. Hangisinden istediğimi sordu, ben istediğimi gösterdim. Şakalaştık. İki tane aldı. Halimize bakkal da güldü. Olayın asıl hoş tarafı ise tam kasanın önünde duran müşterinin babamın "Çocuğa çikolata alacaktım." sözü üzerine küçük bir kız çocuğu görmeyi bekleyerek arkasına dönmesiydi. Büyük ihtimalle o da bir iki laf ekleyip şakalaşacaktı küçük kızla; kazık kadar koca bir kadın olan beni görünce son anda kelimelerini yutabildi :O). 


18 Mart 2016

28

Son dört senedir kış döneminde cumartesi, pazartesi izin yapıp pazarları çalışıyorum ben. İş yerim de tam çarşının ortasında. Hafta içi çok kalabalık olsa da pazar günü etraf da sakin oluyor, işler de. Böylece günlük koşuşturmada kafamı toplayamadığım ya da çok bölündüğü için yapamadığım işleri pazar günleri çok daha kısa sürede ve daha hatasız, bölünmeden bitirebildiğimden seviyorum pazar çalışmayı. Neyse, geçen hafta akşama doğru hemen arka taraftaki simitçiye gittim. Öğle zamanını sandviçle geçiştirince çayın yanına atıştıracak bir şeyler istemişti canım. Simidin parasını öderken, tam dükkanın önünde bağırışmaya başladı üç beş kişi, kavga ediyorlardı. Bir şeylere kızmışlardır bağırırlar sonra da çekip giderler diye düşündüğümden önemsemedim. Çıktım, büroya dönerken yumruklaşmaya başladıklarını gördüm ve olay büyümeden polisi arayım en azından bir görünsünler derken fark ettim ki hemen bir simit alıp döneceğimden yanıma telefonumu almamışım. Dükkana döneyim de oradan arayım diye düşündüm. Geri döndüğümde baktım ki kavga büyüyor belki etraftan da müdahale edenler olduğundan üç beş kişi, olmuş, on - on beş kişi, içeri giremeyeceğimi anlayınca, çarşının içi olduğundan köşeyi döneyim diğer bir mağazadan arayım derken tam ben köşeye geldiğimde, kavga edenlerden biri çorabından tabancasını çıkardı ve ateş etmeye başladı. Adamla aramızda sadece park etmiş bir araba vardı. Çok korktum. Çok çok korktum. Adam ilk eğilip pantalonunun paçasını kaldırmaya başladığında şimdi bir bıçak çıkaracak kavga ettiği herkesi doğrayacak diye düşünüp korkmuşken tabancayı görünce şimdi kurşun bana gelecek diye korktum. Böyle bir durumda ben hep donup kalacağımı düşünürdüm ama gördüm ki öyle olmuyormuş, farkına bile varmadan arabanın yanına sinmiş olduğumu anladım.  Etraftan yapma diye bağırdıklarını hatırlıyorum. Ben gerisin geri dönüp büroya koşmaya başlamıştım. Yolda birine rastladım, telefonum yanımda yok, kavga ediyorlar polisi arayalım dedim. Adam arayan olmuştur nasılsa dedi ve geçti gitti. O öyle yapınca ben daha da hızlı koşmaya başladım. Olayın olduğu yer bizim büronun arkası olunca tabanca sesini bizim arkadaşlar da duymuş ve benim koştuğumu görünce bana bir şey oldu zannetmişler. Yukarıdan aşağıya deli gibi inmişler onlar da. Kapıda karşılaştık. Özellikle polisi arayabilmek için - ve tabi ki kaçıp uzaklaşmak için - koştuğumu söyleyince rahatladılar. Son hızla iki kat merdiveni çıktım ve direkt 155'i aradım. Adresi verdim, ateş ettiklerini söyledim. Aslına bakarsanız ben sadece tek el ateş edildiğini zannediyordum ama arkadaşların söylediğine göre üç el ateş etmiş adam. Neyse, on beş yirmi dakika sonra polis arabaları siren çala çala geldiler ama artık bir daha inip de ne oldu diye bakmadım.

İşte böyle ölümle burun buruna gelip psikolojim bozulmuşken hafiften, bir iki saat sonra  Ankara patlamasıyla ilgili haberler gelmeye başlayınca daha da çok etkilendim. Ölenlerin hepsine ama en en çok 15 - 16 yaşındaki liseli çocuklarla, 19 -20 yaşındaki pırlanta gibi üniversiteli gençlere üzüldüm. Kaç gündür bunları hep yazmak istiyordum ama yazabilecek kadar iyi hissetmedim kendimi. Uykum kaçtı sürekli. Düşündüm. Üzüldüm.  Kahroldum. Hem evlerine dönerken, sınav stresini atarken ölüp gidenlere üzüldüm hem manyak bir adamın güpe gündüz çarşının tam ortasında çorabından çekip çıkardığı tabancayla belki de kendimin de çoktan ölüp gitmiş olabileceğini düşündüm. Nasıl ki o ölenler bilmiyorsa, kendilerini kimin öldürdüğünü, neden öldürdüğünü ben de hiç bir zaman bilemeyecektim kavga edenlerin kim olduğunu, neden kavga ettiklerini, o adamın neden çorabında tabancayla gezdiğini. Bu satırları şu an yazabiliyorsam tesadüfen o an orada bulunduğum halde tesadüfen o atılan üç kurşunun bana gelmemesi yüzündendir.

27 Şubat 2016

27

      Yeni yılla birlikte ilk defa düzenli olarak ajanda kullanmaya başladım. Daha önce de hep alırdım ama ilk aydan sonra yazmayı bırakırdım. Kullanmaya başlamamla birlikte zaten bildiğim bir durumu daha net bir şekilde görebildim: Hayat bizim planlarımıza uymuyor. Hatta biz plan yaptıkça arkamızdan gülüyor:O).

      Bu hafta sonu için planımız mesela, annem ve kayınvalidemle birlikte teyzemdeki güne gitmekti. Bunu uygun görmedi hayat ve onun yerine cuma gecesi anjio olacak annen, cumartesi de sen onun doktoruna falan gidip, ona evde eşlik edeceksin dedi. Anjio sonuçları iyi çıkınca seve seve kabul ettik bunu da. Bu kadarla kalsın geçsin dedik.

      Hayat o kadar hızlı, o kadar stresli, bazen de o kadar saçma sapan şeylerle geçiyor ki, küçük hatırlatmalar gerekiyor belki de, neyin önemli olduğunu anlayabilmek için. Mesela perşembe gecesi, belimde ağrı vardı, üşütmüşüm büyük ihtimalle, keyfim yoktu pek, erkenden yattım. Gece boyunca uyanıp durdum, her sağdan sola dönüş, işkence gibiydi. Sabahın üçü gibi ise kalkıp bir su içeyim dediğimde, hareket ettikçe canım acıdığından yerimden kalkamadığımı fark ettim. Kocam da daha yatmamıştı, oturma odasındaydı. Kapı kapalıydı, seslensem duymayabilir diye düşündüğümden, yatağın öbür ucundaki telefona uzanmaya çalıştım ama bu da ayrı bir acı kaynağı oldu. Biraz da uyku sersemliği yüzünden belki de kalkamadım, telefona da uzanamadım. Seslenmedim de. Bana yarım saat gibi gelen ama aslında muhtemelen beş dakika kadar süren bir sürünme, uzanma, dönme çalışması sonucunda telefonu alabildim. Kocamı çağırdım ama aslında yardımına bile ihtiyaç duymadan doğrulabildim. Sonra sabaha kadar koltukta yarı oturur pozisyonda uyur uyanık bir gece geçirdim.

      Yine de iki gün kas gevşetici içtikten sonra bugün normale döndüğümde diyorum ki her şey böyle en fazla bir iki ilaçla geçsin, bitsin daha beterleri yanımıza bile uğramasın.

     Bunun dışında bir önceki hafta ablam buradaydı. Aslında bunu uzun uzun yazmak istiyordum. Özlemişim çünkü kendisini. En son eylülde gelmişti. Beş ay olmuştu görüşmeyeli. Bu sefer bir hafta yerine on gün kadar da kalınca üç izin günümü beraber geçirme şansımız oldu ve iş çıkışı da hemen her akşam beraberdik. Bol bol konuştuk, gezdik, eğlendik, annem yine bir gece hastalanınca üzüldük, dertlendik. Bana çok iyi geldi:O).

      İş yerinde arada güzel günler, bol bol koşuşturmalı, sorunlu, oh bugünü de atlattık dediğim günler de geçirdim. Kitap okumaya devam ettim ve yenilerini alabilmek için kitap sayfalarını gezdim. Çikolata yedim bir de canım istedikçe. Arada bloglara göz attım ama ne kadar sık yazmak istesem de biraz yine arayı açtım.

     Yine görüşmek üzere...


8 Şubat 2016

26

Çok uzatmışım arayı. Bilgisayarı neredeyse hiç açmadığım için  doğal olarak blog yazmadım ve okumadım. Ama bol bol kitap okudum. Ayda on beş taneyi buluyor okuduğum kitaplar televizyon izlemeyip, bilgisayara da takılmadığım zamanlarda. 

Biraz romantik serilerden okudum. Biraz yeni kitaplar aldım. Biraz da bir kenarda bekleyen "okunacaklar" dağımı eritmeye çalıştım.

Yeni yılın son günü yazmışım en son. Yıla başladık. Bir buçuk ayı da bitiverdi bile. İş güçte bir değişiklik yok. Yoğunluk, bazen stres, bazen iyi, bazen kötü. 

Bugün izin günümdü. Dinlendim, okudum, temizlik yaptım. Bir iki satır da burada yer alsın istedim. Söz, bundan sonra daha sık uğrayacağım.

Yine görüşmek üzere...

3 Aralık 2015

25

Çok geç yatmayı, uykumu alamadığımda, ertesi gün işte daha huysuz ve verimsiz olduğum için sevmiyorum. 

Yine de bazen kaçıveriyor işte. 

24 Kasım 2015

24

Dönem dönem yazılarımı arşivliyorum. Uzun zamandır yapmamıştım bu gece sadece "kitap" etiketli olanları bırakarak yine yaptım. Şablonu da değiştirdim. Yenilenmek iyidir, severim ben.

Hayatımda neler oluyor diye düşündüm, yazmadığım zamanlarda... Bol bol okuyorum. Süveter örüyorum kendime. Arkası bitti, önün başlarındayım. Televizyonu günlerce izlemediğim çok oluyor. Genelde açmıyorum  bile. Radyo dinliyorum. Bazen sadece göz atıyorum feysbuka. Şöyle bir iki dakika kadar. Canım sıkılıyorsa, takip ettiğim bir kaç bilgi paylaşımı grubu var. Onlardaki gönderileri okuyorum.

Aslında daha önce hiç yazmadım galiba bloga ama dokuz aydır N.esin V.akfı için para topluyorum. Arkadaşlarım arasında. Her ay on lira. İsteyen daha fazla da veriyor. Yaklaşık elli - altmış kişi var düzenli veren. Yedi yüz lirayı buluyor ortalama. Genelde aylık sıvı yağ ihtiyaçlarını karşılıyoruz ya da o ay daha acil bir gıda malzemesi lazımsa onu alıyoruz. Nesin Vakfı bize yakın olduğundan, gidip elden teslim ediyorum. Geçen hafta markete v.akfın aşçısıyla gidip, topladığımız miktar tutarında alışveriş yaptık mesela. Her ay alışverişi yapıp teslim ettikten sonra mutlu oluyorum:O). Sanki kendi çocuğumun karnını doyurmuşum  gibi bir iç huzuru. Daha önce de hep bir şeyler yapmak istiyordum ama ne yapabileceğimi, nereden başlayacağımı bilmiyordum. Yardım deyince hep binler, on binler olması gerekiyor gibi geliyordu. Oysa ki küçük miktarlar da önemli. Nasıl bir yardım yaptığımı, ne şekilde topladığımı özellikle yazdım ki, benim gibi bir şeyler yapmak isteyen ama nasıl yapabileceğini bilmeyenlere biraz fikir vermiş olayım...

Bu bağlamda, yine topluma faydalı olabilmek adına bir derneğe de üye olmuştum. Sonra orada aktif olabilmemiz için süresi belli olmayan bir molaya ihtiyacımız olduğunu anlayınca ayrıldım. Şimdi yine kafama yatan, içime sinen başka bir derneğe üye olacağım. Yeni derneğin yaş ortalaması biraz yüksek, azıcık da daha genç üyeler kazandırıp biraz daha hareketlendirmek istiyorum. 

Bunlar dışında bol bol gülüyorum, seyrek de olsa ağlıyorum. Gözlerim çok sık doluyor ama. Kıyamıyorum çocuklara, hayvanlara, zor durumdakilere... Yaşlanıyor muyum?  Hassaslaşıyor muyum? Bilmiyorum. Belki de her ikisi birden :O).

Yine görüşmek üzere...

15 Kasım 2015

23


Fuardan aldığım kitapları okumaya başladım. Ayrıntılı yazmayacağım ama ikisini de beğendim. Özellikle Puslu Kıtalar Atlası'nı mutlaka okumalısınız...

19 Ekim 2015

21














Son bir aydır okuduğum kitaplar... Kimi yeniydi, kimi uzun zamandır okumadıklarımdan...

26 Ocak 2015

Veronika Ölmek İstiyor - Paulo Coelho: Bu gece bitirdiğim bir P.Coelho kitabı. Coelho'yu genelde Simyacı ile özdeşleştiriyoruz ama çok sayıda kitabı var aslında. Çoğunu okumadım ama okuduğum kadarıyla sevdiğim bir yazar olduğundan eksikleri tamamlamayı düşünüyorum. Veronika'ya gelirsek, hem sevdim hem beğendim kitabı. Rahatlıkla okudum ama bir yandan da derin derin düşündüm. İlginç de bir kitaptı. Okuyun, tavsiyemdir...

10 Ocak 2015

Okuduğum, blogta paylaşılmayı bekleyen kitapların resmi geçidi :O).

 Su- Buket Uzuner: 2012'de çıkan bir kitap. Daha önce de bir kere okumuştum ama üzerinden çok zaman geçtiği için unutmuşum. Rahatlıkla tekrar okuyabildim. Kitabı genel olarak sevdim ama çok derinlikli bulmadım. Buket Uzuner'in eski kitaplarına bayıldığım halde İstanbullular ve sonrasında Su'yu beğenmemiştim. İstanbullular'daki kafamıza vura vura mesaj verme gayreti hoşuma gitmemişti. Bu kitapta da o var. Yine de İstanbullular'dan daha rahat okuduğum, daha çok sevdiğim bir kitap. Mutlaka alıp okuyun diyebiliyorum. Kitapta geçen ayçöreği bugün bana ayçöreği aldırttı uzun zaman sonra ki ben çok severim aslında. Fantastik kitaplar da okumayı fazlasıyla severim ben ama burada fantastik öğeler tam oturmamıştı sanki. Gerçekçi bir fantastiklik yoktu diyeceğim. Aslında yan yana gelmeyen iki kelime. Fantastik, hayali demek ama yine de o hayaliliğin bir temeli olduğunda keyifle okunuyor. Burada o yoktu sanki. Bir de karakterlerden biri olan Sahaf Semahat'in geçmiş hayatındaki travmatik kaçışa sürekli değinip o konuda hiç bir açıklama yapmadan kitabı bitirmesi bir eksiklik ya da yarım kalmışlık duygusu uyandırdı bende. Şamanizm üzerine verdiği bilgiler ise güzeldi. Sonuçta belki Buket Uzuner olunca yazar, belli beklentilerle de okuduğumuzdan biraz daha kalite bekliyoruz. Yine de genel olarak okunası. Tavsiyemdir...





Umut Mevsimi - Darien Gee: Kitapta yer alan karakterler bakımından Dostluk Ekmeği'nin devamı gibi olan ama konu açısından ayrı olan bir kitap. Sevdim ben. Dostluk Ekmeği'nden daha fazla sevdim. Okuyun :O).



 Öksüzler Treni - Christina Baker Kline: Öksüzler Treni, Amerika'da 20. yy başlarında uygulanan bir öksüz- yetim çocuk yuvalandırma yöntemiymiş. Trene bindirilen çocuklar her kasabada duruyor ve kendilerini almak isteyen aile çıkarsa hemen veriliyormuş. Genelde takip yapılamadığı için çocukların şanslarına karşılarına iyi aileler de, dayak veya açlık da çıkabiliyormuş. Bu tarihi olaydan yola çıkan yazar güzel bir öykü kurgulamış. Ben sevdim. Tavsiyemdir:O).




 BU ROMAN O KIZ OKUSUN DİYE YAZILDI - ENVER AYSEVER: E.Aysever, düzenli takip ettiğim biri değil. Hatta kitabını alınca aslında program da yaptığını öğrendim. Kitabı fuarda almıştım. Alırken de ilk cümlesine vurulmuştum " İstanbul'a yağmur yağıyordu. Bir aşk romanı girişi için uygun cümle kuruldu." diye başlıyordu. Sonra bir süre elimden bıraktım çünkü tıkandı, gitmedi. Çok durağan geldi bana. Belki kafamın dolu olduğu bir dönemde başlamıştım, onun da etkisi olabilir. Bilemiyorum. Ama ancak hastanede bitirebildim. Genel olarak konuyu sevdim mi, sevdim. Kitabı da sevdim. Ama romandan aldığım tat bir dirhem bal için bir çuval keçiboynuzu çiğnemek gibiydi. Kitabın geneliyle kıyasladığımda yetersiz geldi. Okumayın da demiyorum ama çok yüksek beklentiler içine girmeyin.






 Dört günlük tatilde okuduğum iki kitap:İkisini de beğendim. D.Macomber'in Bir Yumak Mutluluk'la başlayan serisini sevmiştim. Melekler Korusun'u itici gelmişti bana, beğenmeyince Gül Ağacı Sokağı ve Deniz Feneri Yolu'ndan uzak durmuştum uzunca bir süre. Fuarda oldukça indirimli bulunca aldım ve dün bitirdim. Beğendim ikisini de. Tavsiyemdir.
 KARDEŞİMİN HİKAYESİ - ZÜLFÜ LİVANELİ: Bu kitabı sevdim. İlginç bir sonu vardı. Girişi de ilginç gelmişti zaten. Livaneli'den beklemediğim bir tarzdı. Ama güzel yazmış. Tavsiyemdir...




 İpek Ongun'un yeri bende farklıdır. İlk Ongun kitabımı annemle beraber, on üç yaşındayken almıştık. O zaman bu serinin daha seri olacağı belli değildi. İlk ve tek kitaptı benim aldığım. Kitabın kahramanı Serra on altı yaşındaydı. Yazmayı ve kitap okumayı seviyordu benim gibi. Kitap çok hoşuma gitmişti. Seneler geçtikçe serinin diğer kitapları çıktı. Ben hepsini almaya devam ettim. Bugün de fuardan son kitabını aldım. Serra artık kırklı yaşlarında, kızı var on dört yaşında ve ben de otuz dört yaşındayım, oğlum var on üç yaşında. İki saat içinde oturdum bitirdim kitabı. Ve aslında her bir seride kendi okuduğum dönemi düşündüm. Atahan'a daha hamileyken bir fuarda Ongun'un imza gününe denk gelmiştim ve karnımı görünce"Bebek ..........ye" diye imzalamıştı kitabı mesela. Sonuçta mutlaka okuyun demiyorum ama özellikle genç kız adaylarına mutlaka okutun :O). Çok beğeneceklerini tahmin ediyorum. İlk kitap Bir Genç Kızın Gizli Defteri adını taşıyor. Onlara aldığınızda siz de bir göz atın. Belki de gençlik günlerinize döneceksiniz... Tavsiyemdir...



 Elif Şafak'la ilişkimiz Mahrem'le başladı ilk 2004'te. O zaman bu kadar popüler değildi sanki E.Şafak. Mahrem'den sonra Baba ve Piç'i okudum. Onu da çok beğendim. Siyah Süt okuduğum üçüncü kitabıydı ve yanlış hatırlamıyorsam asıl popülerliğini bu kitapla yakaladı ama benim çok zor bitirdiğim ve hiç sevmediğim kitaplarındandı. Ondan sonra daha bir temkinli okudum. Yeni çıkan kitaplarını almak için acele etmedim. Pinhan ve Aşk da okuduğum ama beğenmediğim kitaplarından oldu. Ustam ve Ben ise belki de tarihsel içeriğinden de ötürü bitirdiğim anda Mahrem'in de Baba ve Piç'in de önüne geçti. Sonuçta tüm kitaplarını okumadım ama fırsat buldukça okumayı düşünüyorum. E.Şafak'ı hiç okumamış olanlara mutlaka tavsiye ediyorum. Özellikle yukarıda bahsettiğim üç kitabı tüm kitap severler tarafından okunmalı.




YİRMİLER KIZI - SOPHİE KİNSELLA: S. Kinsella'yı seviyorum. Çok keyifle okunan ve su gibi akıp giden kitaplar yazıyor. Bende sadece üç kitabı var ama aslında çok kitap yazmış. Diğerlerini de fırsat buldukça alıp okuyacağım. Tavsiyemdir...

3 Ocak 2015



Okuduğum kitapları feyste de paylaşıyorum. Bir çok kişiye referans oluyor. Bazen emin olamadığım kitapları ben de yorumlara bakarak almaya karar verdiğimden kritiklerimin işe yaradığını düşünüyorum. Uzun zamandır kitapları bekletiyordum bloga da koyabilmek için. Yaklaşık on kitap bitirdikten sonra ancak dördünü koyabildim ama devamı gelecek:O).




Son Mektup - Karen Kingsbury : Ne içerik ne de konu açısından beğendim. Almayın. Okumayın. Bitireyim de vereyim bende bile durmasın diye okudum. Ödünç almış olsaydım yarım bırakacaktım. Tavsiyem değildir.


Kitap Hırsızı- Markus Zusak: Kitap fuarından aldığım kitaplardan biriydi Kitap Hırsızı. Filme de çevrildiğini kitabı bitirdikten sonra öğrendim. Aslında Türkçe'ye ilk çevrimi 2005 yılında. Çok ön plana çıkmamış / çıkarılmamış. Filmin rüzgarıyla tekrar basılmış ve biraz daha tanıtımı yapılmış ve bence iyi de olmuş çünkü kitabı çok beğendim ben. Konusunu beğendim. Anlatım tarzını, orijinalliğini, naifliğini beğendim. Kitabı almaya karar vermemde arka kapağında 2. Dünya Savaşı döneminde geçtiğini okumam etkili oldu. O dönemin kitaplarına özel bir ilgim var. İlk bölümlerde aslında tam hikayenin içine giremedim ve pişman oldum aldığıma ama daha sonra sevdim kitabı. Anlatımı sade ama kelimelerin içeriği çok ağır, demişler bir blogta kitap için, buna kesinlikle katılıyorum. Kitabı okuyun. Ya da filmini izleyin. Ama, mutlaka bir şekilde bu hikayenin içinde yer alın. Tavsiyemdir.


Handan, Ayşe Kulin'in son kitabı.  Ayşe Kulin'i seviyorum ben. Handan'ı da sevdim. Romanın son kısımlarının tamamen Gezi'yi anlatmasını ise daha da çok sevdim, Berkin'in adının geçmesi yüreğimi sızlattı. Berkin, çocuğum, seni hiç unutmamıştım ki zaten. Yorumlara baktım biraz. Kitabı seven de var sevmeyen de. Sığ bulanlar olmuş. Ben aynı fikirde değilim. Her kitabın illa hayatımıza büyük anlamlar katması gerekmediğini düşünüyorum ben. Az veya çok beni düşünmeye sevk ediyorsa, bana bir şeyler katıyorsa benim için yeterli. Hem edebiyatın edebiyat olduğuna kim karar veriyor? Bir kitabın büyük eser olması için illa çok ağdalı cümlelerle, kelime oyunlarıyla mı yazılması gerekiyor? Ya da bazıları tarafından edebi eser kabul edilmediği için çöpe atılmalı, yakılmalı mı bu kitap? Ya da Kulin severler değersiz okuyucu mu oluyor? Mesela eminim ki kitabı okuyanlar Halide Edip'i ve onun Handan'ını merak edeceklerdir. Alıp okuyanlar olacaktır. Bu da bir fayda değil midir?

Aslında Handan, Gizli Anların Yolcusu kitabının bir karakteri. Kulin, o kitabının her bir kahramanının hayatını ve kişiliğini ayrı bir romana dönüştürmeye devam etmiş. Ayşe Kulin'i seviyorsanız mutlaka okuyun. Sevmiyorsanız da Gezi ruhunu tekrar bir yaşamak için okuyun...
41.ODA:MARDİNKAPI - Benim geçen hafta okuduğum ama zaman bulup yazamadığım bir kitap aslında. Bana ödünç veren hocama ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Kitap insanı çarpıyor çünkü gerçek bir hikayeden kurgulandığını ve aslında bu tür olayların çok yaşandığını bilmek çarpıyor insanı. Sonunda vesikalı da olan hayat kadınının hikayesini anlatıyor. Ama alışık olduğumuz tarzda yapmıyor bunu. Okumamış olanları da düşünerek çok fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Beni şaşırtan bir bilgiyi eklemek istiyorum. Kitabı okuduğumda yazarla ilgili bir bilgim yoktu ve nedense onun 25'li yaşlarda bir gazeteci olduğunu düşünmüştüm. Gazeteci olduğunu doğru tahmin etmişim de yaşı ellinin üzerindeymiş. Neden neredeyse yarı yaşında olduğunu düşündüğümü bilmiyorum. Tavsiyemdir okuyunuz.

30 Ağustos 2014

LXIX - ARDINDA BIRAKTIĞIN KADIN - JOJO MOYES

Kitap, temmuz 2014'te basılmış. Tesadüfen ben de hemen alıp okumuş oldum. Moyes'i okudukça sevdim. Bu kitabını daha da çok sevdim. Bundan sonra düşünmeksizin tüm kitaplarını alabilecek durumdayım. A.B.Kadın'da her şey fazlasıyla mutlu bitti. Beni bu tatmin etmedi bir tek. Hayat böyle değil çünkü :O). Birinci dünya savaşında geçen bir öykü, günümüzle kesişiyor. Özellikle 1. ve 2. Dünya Savaşı dönemlerine özel ilgim olduğunu düşünürsek kitap daha da çok sardı beni. Mutlaka okuyun. Tavsiyemdir...

26 Ağustos 2014

LXVII


Olasılıksız- Adam Fawer: Eski bir kitap biliyorum. 2005'te basılmış. Ben 2009'da alıp okumuştum. Ama güzel bir kitap. Geçen gün okuyalı çok olduğu için olay örgüsünü unuttuğumu fark edince tekrar okudum ve yine beğendim. Bilim kurgunun güzel bir örneği. Şimdiye kadar okumayanlar mutlaka okusun. Tavsiyemdir.
Sevgilimden Son Mektup -Jojo Moyes: 2013 basımı. Ben yeni aldım ve az önce bitirdim. Kurgu ve son klasik olsa da beğendim. Okuması tatlıydı. Çok şiddetle tavsiye etmiyorum ama okumaya değer diyorum :O).

16 Ağustos 2014

LXIV-

Bir günde bitti. Ama güzeldi. Seviyordum ben zaten, blogunu da okuyordum. Kitap da beni hayal kırıklığına uğratmadı, siz de okuyun!

LXII



Yakut Kırmızı - Safir Mavi- Zümrüt Yeşil - Kerstin Gier: Geçen sene basılan bu seri, sık sık karşıma çıktığı halde, özellikle adlarından ve kapaklarından ötürü fazlasıyla sabun köpüğü gibi görünmüştü gözüme ve almayı bile düşünmemiştim.

Yanılmışım.

 Okuyan ve bana ödünç veren bir arkadaşım sayesinde, dünden bugüne üçünü de arka arkaya okudum ve rahatladım çünkü bir an önce bitirmem gerekiyordu hem çok eğlendim hem de sonunu merak ettim, :O). 

Siz de benim gibi düşünmeyin hele de fantastik kitapları seviyorsanız mutlaka okuyun:O).

9 Ağustos 2014

LIX - Aynı Yıldızın Altında

 Festivalde alıp okuduğum bir kitap olduğundan bundan sonra ne zaman görsem bana sergiyi, güzel ve bazen de nahoş anılarımı hatırlatacak :O). Bunun dışında kitaba gelirsek ben beğendim. Muhteşem değil, Mutlaka alınıp okunulması gerektiğini de düşünmüyorum ama sağda solda denk gelinirse okunabilirliği yüksek. Filmi de çekilmiş galiba.Kitap basılalı bir sene olmuş zaten. Bu tarz kitapları bire bir takip etmiyorum. Fırsat bulduğumda, arkadaşımda varsa, elime bir şekilde geçtiğinde okuyorum. Siz de öyle yapın:O).

19 Temmuz 2014

LXII



Başucumda Müzik - Kürşat Başar: Kürşat Başar'ı seneler önce okumuştum. Ne sevmiştim ne sevmemiştim, başka kitabını da almamıştım. Fethiye'de ablam bana son kitabını alınca tekrar okumuş oldum. Kitabı sevdim. Anlatım değişikti. İlk başladığımda devam etmedim bir süre ama sonra da bir günde bitirdim. K.Başar için hala ortada fikirlerim. Hakkında kesin karar vermek için daha fazla kitabını okumam lazım. Daha önce okuduğum kitabı bende mesela, onu tekrar okumalıyım...

Leyle'nın Evi - Zülfü Livaneli - En son Serenad'ı okumuştum Livaneli'den ve çok beğenmiştim. Onun üzerine Leyla'nın Evi basit geldi bana. Keyifle okunuyor kitap o yönden bir sıkıntı yok ama sadece Livaneli'nin ustalığının yanında çok acemice kaldı bence. Bir de yüklemlerde zaman birliği yok anlatımda. Livaneli neden böyle yazmayı tercih etti bilmiyorum, hareket katmak için olabilir belki ama bu tarz uyumsuzluklar yoruyor beni okurken. Leyla'nın Evi, yeni yazmaya başlayan bir yazardan olsa güzel derdim ama Livaneli'den olduğu için vasat diyorum...

İlkbahar Rüyası - Krıstın Hannah - K.Hannah'dan okuduğum ilk iki kitap , - Ateşböceği Yolu ve Kış Bahçesi- çarpmıştı beni resmen. Ondan sonra tüm kitaplarını takip etmeye başladım. Ama gittikçe daha ticari, daha sıradan yazıyor sanki. Son kitaplarını ve özellikle İlkbahar Rüyası'nı beğenmedim. Kitap o kadar bildik ki, daha başından gelişme ve sonuç bölümlerini tahmin ettim, belki yanılırım dedim ama yanılmadım da. Eski Türk filmleri kıvamında vıcık vıcık bir öykü gibi geldi bana. K.Hannah'ı alışkanlıktan alıp okuyorum artık sadece. İlkbahar Rüyası'nı okumazsanız da bir şey kaybetmezsiniz...


Yukarıda gördükleriniz son zamanlarda okuduğum üç kitap. Kendime doğum günü hediyesi olarak da bunları aldım:




Bu seriyi seviyorum. Üç kitabı vardı bende. İdefix'ten diğer beşini tamamladım. Romantik - fantastik bir seri. Dünyayı kurtarıyorlar her fantastik eserde olduğu gibi ama abartılı değil. Yarı peri yarı insan üç kız kardeş üzerinden gidiyor hikaye. Benim hoşuma gitti. Bir yerlerde bulursanız fantastik eserleri de seviyorsanız bir göz atın derim :O). 

29 Haziran 2014

LXII - SERENAD

Livaneli, sevdiğim bir sanatçıdır ama nedense daha önce hiç okumamıştım kendisini. Hata yapmışım. Seranad'ı bir günde bitirdim. Bayıldım. Bence mutlaka okumalısınız. Sadece anlatımın akıcılığı değildi hoşuma giden, karakterlerin öyküleriyle birlikte gerçek tarihi olaylar hakkında da bilgilendirmesiydi. Bir arkeolog ve tarih öğretmeni, onun da ötesinde tarih sever ve İkinci Dünya Savaşı'na özel ilgi duyan biri olarak Struma'yı hiç bilmiyordum mesela. Bu benim bir eksiğimdi ve kitap sayesinde öğrenmiş oldum. Kitabı arkadaşımdan ödünç almıştım ama kendim için de alacağım bir tane mutlaka. Bir de Livaneli'nin diğer kitaplarını edineceğim. Bundan sonra çıkacak kitaplarını da takip edeceğim.

Serenad'ı okuyalı çok olmuştu ama bloga eklemeyi atlamışım. O kadar emindim ki buraya koyduğumdan üç kere aradım tüm sayfalarda ama yokmuş...

17 Mayıs 2014

LIV SAHİLDE KAFKA

Az önce bitti. Fantastik bir kitaptı. Sevdim de diyemiyorum, sevmedim de. Bana ne kattı dersem verebileceğim bir yanıt yok. Okuduğuma da pişman değilim. Çok çok tavsiye etmiyorum ama okumak isteyenlere asla da demem. Japon edebiyatından bir örnek uzun zamandır okumamıştım. O yüzden iyi oldu. Aslında başka Murakami kitapları okumak istiyorum. Yazarın genel tarzını daha iyi çözümleyebilirsem sanki Sahilde Kafka'yı daha başka değerlendirebilecekmişim geldi. İleride Murakami karşıma çıkarsa uzak durmam...