Bizim evde eğer ki Paris’ten vııyk diye bir ses çıkıyorsa, bilmek gerekir ki biri kuyruğuna ya da patisine basmıştır ve o kişi de çoğunlukla benimdir. Genelde bir telaş, bir şeyler yetiştirmeye ya da bir yerlere yetişmeye çalışarak ev işi yaptığımdan, ortalıkta dolanıp dağınıklığı toplamaya çalıştığımdan, bu arada da Paris pür merak peşimde dolaştığından en çok onunla çarpışıyoruz ev içinde. Her seferinde bir yerine bir şey olacak diye korkuyorum, ondan mutlaka özür diliyorum, iyi mi diye bir kaç dakika gözlemliyorum ama o kaza eseri patisine bastığıma inanmadığından kızıyor ya da küsüyor bana. Bazen de gelip bir pati atıyor, hırsını almak için uğraşıyor illa ki. Onun bu halleri güldürüyor beni. Dört yaşında bir çocuk misali. Zaten bazen diyorum, büyüğü 16, küçüğü 4 yaşında diye:0).
On sekiz yaşları civarındayken ilerde bir sabah, mesela otuz yaşıma bastığımda, dolabımdaki bütün kotları, sırt çantalarını, spor ayakkabıları atıp klasik ya da “anne” stili giyinmeye başlayacağımı, bunun bir zorunluluk olduğunu düşünürdüm. Halbuki şimdi otuz yedi yaşındayım ve spor ayakkabı, kot pantolon, klasik gömlek - ceket üzerine eskimiş görünümlü sırt çantamı takıp işe gidebiliyorum. Ve bu klasik gömlek - ceket düzenliliğinde o eskimiş sırt çantası içimdeki “asi”yi mutlu ediyor. Sanki tüm dünyaya başkaldırımı ayağımdaki spor ayakkabı ya da kot pantolonla yapabiliyormuşum gibi geliyor.
Sekiz yüz sayfalık bir kitabı bitirdim bu sabah. Çok da çok beğenmedim de. Şimdi onun tarzında bir kitap daha var elimde yedi yüz seksen sayfa. Başlasam mı başka kitaba mı geçsem karar veremedim. Şöyle biraz okuyup beğenmezsem zorlamayacağım. Kitap fuarı hazırlıklarına başladım yavaştan. Okunacak kitap listelerimi, alınacakları ve elimdekileri düzenliyorum. 4 kasım başlangıç tatihi, bir aydan az bir süre kaldı.
Sonra yine görüşmek üzere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder