Geçen cuma izne çıktım ve mutluyum genel olarak. Özellikle festival yoğunluğundan sonra yaklaşık üç hafta daha çalışmak, açıkçası biraz zor geldi. Herkes tatile çıkmışken ve büro bomboş kalmışken çalışmaya devam eden bir kaç kişiden biri olmanın etkisi de vardı belki bunda. Bir de, izne çıkmadan bitirmem gereken dosyalar olduğundan, genellikle bir sakinlik hakimken işlere yoğunluğumu koruyor olmak da zorladı belki. Ama sonuçta hepsine değdi. Önümde güzel ve uzun bir tatil var.
Geçen hafta ablam gelmişti kuzenimizin düğünü için. Düğünden sonra bir kaç gün daha kalacaktı ve beraber Fethiye'ye gidecektik. Fethiye'ye beraber dönme kısmını perşembe gerçekleştireceğiz inşallah ama düğüne gitme kısmını es geçtik annem hastalanınca. Annem keyifsizken onu babama emanet edip gitmek de içimizden gelmedi. Oysa ki çok hevesliydik ve planlarımızı buna göre yapmıştık ama olmayınca olmuyor.
Bunun yerine pazara çıktık ablamla, avm gezdik, deniz kenarında oturduk ve yürüdük...
Bugün (dün) onlar Lüleburgaz'a gitti ama ben hem biraz evi toparlamak istediğimden, hem bavul hazırlamam gerektiğinden, hem de salı şehir dışına çık dön, perşembe bir daha uzun yola çık bir hafta kal dön çok üst üste yolculuk olmuş olacağı için onlara katılmadım.
Biraz önce evi süpürürken aklımdan bir misafir gelecek olsa "Paris şu sıralar çok tüy döküyor baş edemiyorum" diyebileceğimi, sonuna da "Pirelendiği için!" diye ekleyebileceğimi düşündüm. Sonra da fark ettim ki benim için normal bir durum olsa da tüy döken bir kediden de beteri evin içinde pireli bir kedi olması ve bu çoğu kişinin pek tercih edeceği bir durum değil. Aşırı tüy dökülmesinin sebebini pireyle açıklamak ise gelen kişi için beterin beteri. Hoş kedi piresi insanda yaşamasa da, tüylerin de en fazla nahoş görüntü yaratma gibi bir durumu olsa da ya kimseyi şu dönemde çağırmamak ya da ayrıntılı açıklama yapmamak daha iyi gibi :O). Paris'in pirelenmesine sebep olanlar da benim çirkin Saruman'ımla Şarlo'm. İyice evin içine girip çıkmaya başladıklarından havaların da biraz biraz serinlediği günlerde özellikle camı hiç açmamaya başladım. Yemek vereceksem eskisi gibi mutfak camının önünde veriyorum zaten. Saruman bir kap dolusu kedi maması versem de -Paris'e aldığım mamadan veriyorum ona da - üzerine içeri girip Paris'in mamasını da yiyor. Şarlo da, Saruman yerken burnunu uzatıp koklamıyor bile, nasılsa istediği zaman girip içeriden, direkt kaynağından yiyebileceğini düşünüyor. Geçen akşam bilgisayar başındaydım. Bir ara kafamı çevirdim cama doğru bakayım dedim. Saruman geçmiş bizim koltuğa, kıvırmış ayaklarını altına, uyukluyor. Böyle de bir rahatlar. Gözümü üzerlerinden ayırdığım beş saniyelik zaman dilimlerini bile değerlendiriyorlar. (Not: Paris'e iç dış parazit ilaçlarını ve kuduz- karma aşılarını yaptırdım. En azından sağlık açısından sıkıntı yok.)
Gidip geldikten sonra biraz dolapları, kitaplığımı, ıvır zıvırı elden geçireceğim. Aslında evi boyatsak iyi olur ama boyatması değil de o dağınıklığını toplaması gözümde çok büyüdüğünden hiç niyetlenmiyorum. Onun yerine derin ve güzel bir temizlikle idare edeceğim büyük ihtimalle.
Kentsel dönüşüme giren bir kaç sitenin önünden geçiyor minibüs yolum. Geçen gün birinin üzerinde "yıkımcı 05xxx" diye başlayan ilanı görünce ne kadar kötü bir meslek adı olduğunu düşündüm. Bana ev yıkımından daha çok yuva bozan, aileleri yıkıma sürükleyen filmlerdeki kötü karakter vari bir şeyleri çağıştırdı. Hani ya göz koyduğu kadını ilaçla kötü yola sürükler bu tipler ya da adamın mal varlığını kaybetmesine sebep olur bir şekilde, aşıkları ayırır ve yıkım getirir mutlu mesut yuvalara işte sanki öyle bir yıkımcıydı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder